Bugun...

İslâmî Aklın İşleyiş Biçimi [II]

 Tarih: 04-03-2021 20:13:00
MUSTAFA TURGUT - GELİBOLU MÜFTÜSÜ

Günümüzde bütün kıstaslar birbirine karışmış durumda. Bilgiye ulaşmanın değil, doğ-ru bilgiye ulaşmanın çok zor olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Kuşkusuz bu belirsizliği ortadan kaldıracak, bizi sahih bilgiyle buluşturacak ve sâhil-i selâmete ulaştıracak yegane yol, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’e mensûb ulemanın çizgisini hassasiyetle takip etmek ve itikâdî bütünlüğü muhafaza etmek adına belirledikleri kuşatıcı mustakîm ilkelere harfiyen uymaktır.

Günümüzde bu kriterleri tartışma konusu yapan, reddeden, hatta hadis-i şeriflerin hükme medar olması şöyle dursun, Kur’an-ı Kerim’in ilâhî oluşunu dahi tartışmaya açan sözüm ona bazı “hocalar” bulunmaktadır. Korunaksız zihinlere şüphe tohumları atmak suretiyle onları idlâl etmeyi hedefleyen bu kişilerin ifsat edici faaliyetleri, tesir itibarıyla artık sokaklarda, çarşıda-pazarda ve hatta köylerde bile iyice görünmeye başladı.

“Hocam, kabir azabı yokmuş; Kur’an-ı Kerim okumak sevap değilmiş; hadisler uy-durmaymış…” gibi sorularla artık her yerde karşılaşıyoruz. Yani tehlike sokağa kadar inmiş vaziyette. Aslında yeniymiş gibi piyasaya sürülen sapkın zihnin ürünü olan bu tür eski konular, ta ilk asırda çözüme kavuşmuş konulardır.

Tarih boyunca ehl-i dalâlet hep var olagelmiştir. Ama Deizm, Ateizm, Agnosti-sizm/Bilinemezcilik ve mezhepsizlik gibi itikadî sapmalar hiç bu kadar Müslüman avam halk arasında yaygınlaşmamıştı. Bugün itikadî bozulma, küresel bir tehlike hüviyetine bürünmüştür.

Sapkın merciler/kişiler, iletişim imkânlarının had safhaya ulaştığı günümüzde, özellikle sosyal medya platformları aracılığıyla zehirlerini daha bir rahatlıkla/kolaylıkla ümmet-i Muhammed’in çocuklarına enjekte edebiliyorlar.

Herkes tarafından bilinmelidir ki dinimizin “itikâdî umdeler” diye ifade edilen sâbite-leri nettir; bilgi kaynağı meselemiz yoktur. Kadîm ulemâ; itikâdî, amelî ve ahlâkî ilke-lerimizin tamamını harikulade bir usûl/metodoloji dahilinde son derece muhkem te-mellere oturtmuşlardır. Binaenaleyh kimsenin kaygılanmasına ve şüpheye düşmesine gerek yoktur.

Geçmişte de dile getirilen bu temelsiz iddiaların tamamı illet-malûl ilişkisi çerçevesinde çürütülmüştür. Bu meyanda biz ilmiye sınıfına düşen vazife, mücadele sathında muğlak hale gelen ufuk çizgisini yeniden belirgin hale getirmek ve halkımız ile tarihi birikimimiz arasında köprü işlevi görmektir.

Şimdi İslâmî aklın işleyiş biçimi ile alakalı ele aldığımız konuya kaldığımız yerden devam edelim.

2. Varlığı “mümkinat”tan olan bir hususu isbât eden veya nefyeden sahîh bir naklî delil varsa bu delîle inanmak ve ona göre hareket etmek gerekiyor.

Mesela reenkarnasyon ve kabir azabının vukuu, haddizatında mümkündür; birini nef-yeden, birini de isbat eden sahih naklî deliller vardır. Binaenaleyh kabir azabının varlı-ğını, reenkarnasyonun da yokluğunu itikâdî bir ilke olarak kabul etmek gerekiyor.

Not: Bir önceki yazımızda kullandığımız bazı tabirlerin tam olarak anlaşılmadığı şek-linde bazı uyarılar söz konusu oldu. Ne yazık ki “İlim dilimiz”i kaybettiğimiz için öz malımız olan birçok ilmî ıstılahı bugün anlayamaz hale geldik. Tedavülden kalktığı düşünülen, ama haddizatında her biri bir cevher mesabesinde olan bu kavramlarla yeniden ünsiyet kurmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu, geriye gidiş değil, köklerle buluşmadır. Müthiş bir ilmî temele dayanan ıstılahlarımızla aramızın açılmış olması, medeniyet tasavvurumuzun çökmesine sebep olmuştur. Kısır veya bize ait olmayan terimlerle tarih muhasebesi yapmak, cihanşümûl bir gelecek hayali kurmak, bir mefkûre inşa etmek veya geriye düşen medeniyeti tekrar ihya etmek mümkün değildir.

Dilin sınırları, mefkûrenin sınırlarını gösterir.

Devam edecek…

  Bu yazı 2567 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI