Bugun...

İslâmî Aklın İşleyiş Biçimi [III]

 Tarih: 11-03-2021 20:51:00
MUSTAFA TURGUT - GELİBOLU MÜFTÜSÜ

İslâm ilim külliyâtında akıl, kapsamlı tahlillere tabi tutulan en temel, en merkezî mefhûmlardan biridir.

İslâm, ifrât ve tefrîtten münezzehtir. Değerlendirmelerinde, vazettiği hükümlerde ve belirlediği kıstaslarda “itidâl”i hiçbir suretle göz ardı etmemiştir. Akla yaklaşımı da bu minvaldedir. Akla, olması gerektiği kadar yetki alanı tanır.

İslâm nezdinde akıl, “akl-ı küllî” diye ifade edilen vahye tabidir. Akıl ile vahiy ara-sında sağlam bir râbıta bulunduğunda akıl istikametini kaybetmez. Zaten istikâmetini kaybet¬miş bir aklın, serseri mayın misali nerede, nasıl ve ne suretle infilak edeceği, ne tür tahribatlara sebep olacağı bilinmez.

Ulemanın belirlediği kâidelerin önemi tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu kaideler; itikâdî bütünlüğü muhafaza etmesi, öze dönüş yolunda bir yöntem sunması, sapmaların önüne geçmesi, kavramsal düzeyde bir istikamet belirlemesi, manayı maddenin esâretinden kurtarması ve gâibi şâhide kıyas etmek gibi garâbetlere mani olması açısından hayati öneme sahiptir.

“İstikametin ölçütü” mesabesinde olan kaidelerimize devam edelim.

3. “Muhâl” ile “müsteb’ad” birbirinden farklıdır.

“Muhal”, akla aykırı; “müsteb’ad” ise akla değil, “adet”e aykırı olan eylemler, hâdise-ler, hükümler ve haberler demektir. Muhalin vukuu hiçbir suretle mümkün değilken, müsteb’ad’ın vukuu aklen mümkündür; fakat sadece kısır bir muhayyile gücüne sahip akıl nazarında “garip” ve “adet dışı” görülür.

Mucizeler muhal değil, müsteb’ad kabilinden vâkıalardır.

Yüz sene önce harikulade/mucize sayılabilecek birçok hadise, teknolojik ilerlemeyle birlikte bugün akıl tarafından alelade/sıradan gelişmeler şeklinde değerlendiriliyor.   Ama modernizmin tozuna bulanmış aynı Müslüman akıl, Miraç olayı karşısında aynı teslimiyeti göstermiyor, onu “müsteb’ad/imkansız bulabiliyor.

Hâlbuki imanın rükünlerinin kâhir ekseriyeti, alelade değil, harikulade (adet dışı) esas-lar üzerine kuruludur: Vahyin gelişi, peygamberlik müessesesi, peygamberlerin Allah ile iletişimleri, melekler, ahiret, cennet, cehennem vb gibi. Hakikat bu iken Müslüman aklın miraç gibi bir mucizeyi, salt bilimsel verilerle uyuşmuyor diye reddetmesi, kendi inanç sisteminin altını oyması anlamına gelir.

Bu bağlamda İslâmî akıl, şu kâideye uygun bir yaklaşım sergilemek zorundadır:

4. Bir hadisenin doğruluğu, sadece duyu organlarıyla algılanabilir ve bilimsel verilerle doğrulanabilir olmasına bağlı değildir.

Sahih bilgiyi elde etmenin yolları üçtür:

a) Beş duyu organı.

b) Akıl.

c) Sahih haber (güvenilir bir kaynağın verdiği haber).

İslam, bu farklı bilgi yolları arasında fıtri bir bütünlük (telazüm) öngörür.

Evet, ilk iki madde, ayrımsız herkes tarafından kabul edilir. Maddeci düşünme sistem-lerinin etkisinde kalmış akıl ile Müslüman aklı birbirinden ayırt edecek asıl ilke, “üçüncü madde”dir. İmanın mahiyeti de tam olarak burada tezahür eder.

İlk etapta bilimsel verilerle örtüşmese bile bir haberin, doğru sözlü bir zattan sahih kaynaklarla bize ulaşmış olması, “bağlayıcı bilgi” ifade etme noktasında bizim için yeterli bir delildir. Bilimin kendi verileriyle onu analiz etmeye kalkışmasını da -“şahidi gaibe kıyas” olacağı cihetle- yetki aşımı olarak değerlendiririz.  

Zâhiren bilimsel verilere uymuyor diye, Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerin, tevile yer bırakmayacak açıklıkta beyan ettiği bazı hususları reddetmek, materyalist bir yaklaşım tarzıdır. Hiçbir suretle dini inanç ile kabil-i telif olamaz.

Müslüman tasavvurunun meşruiyet çerçevesini, maddenin dar/sınırlı kalıplarına sıkışıp kalmış materyalist bakış açısı belirleyemez. Zira İslâmî tasavvurda varlık olgusu, mad-de ve manayı içine alacak genişliktedir. Merkezleri aynı kalacak şekilde iç içe geçmiş iki çembere benzetebileceğimiz bu iki alem, adeta memzuc vaziyettedir; aralarında interaktif, dinamik ve sürekli bir ilişki söz konusudur. Tevhit de maddeden mücerred olarak “sınırsız” olana iman demektir.   

Bu meyanda müslümanlar, her şeye ilâhî kudret zaviyesinden bakmalıdır. Bilimsel kriterler, somut veriler ve aklî önermeler dâhil, her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O, mutlak hâkimiyet sahibidir. Dilediği takdirde belirli bir süre veya süresiz, kâinatta cârî/işleyen kozmik düzeni devre dışı bırakabilir. Mucize dediğimiz olgu tam da budur.

Devam edecek…

  Bu yazı 2590 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI