Bugun...

KALPAKSIZ KUVAYİ MİLLİYECİ

 Tarih: 23-01-2023 14:17:00
RUFAT ŞENER

         Türk gazeteciliğinin önde gelen isimlerindendi merhum gazeteci Uğur Mumcu.

         O, Türk basın yaşamında  ‘araştırmacı gazeteci’, ‘Sakıncalı Piyade’, ‘Kalpaksız Kuvvacı’ gibi adlarla anılırdı.

         24 Ocak 1993 tarihinde, arabasına konulan bir bombanın patlamasıyla şehit edildi Uğur Mumcu.

         Karanlık bir cinayete kurban verdik Uğur Mumcu’yu!

         Çünkü, Türk  basınının özgür sesiydi…

         Atatürkçüydü…

         Laik Cumhuriyetin  temel taşı devrimlerin  savunucusuydu …

         Mustafa Kemal Atatürk’tü önderi…        

         Antiemperyalistti…

         Çağdaşlığın, yurtseverliğin, ulusseverliğin, demokrat kimliğin  öncülerindendi…

         Aklın ve bilimin yol göstericiliğine inanmıştı; toplum yapımızda  temel harcın sosyal hukuk devleti ile karılacağını  bilenlerdendi. 

         Atatürk’ün Aydınlanma Devrimi’ne karşı duranlarca da ulus birliğinin bozulacağını, yurt bütünlüğünün  parçalanacağını haykıran bir gazeteciydi….

          Uğur Mumcu’yu yitirdiğimiz tarihin üzerinden 30 yıl geçti.

          O, Cumhuriyeti savunmak  için canıyla bedel ödemiş bir gazeteciydi…

          Sakıncalı Piyade görülme nedeniyse savunduğu düşüncelerinden ötürü yedeksubay askerlik görevinden kışlaya er olarak çıkarılmasındandı. Araştırmacı gazeteciliğinin de  kökeninde Mustafa Kemal’in ‘tam bağımsızlık’ öğretisi yer ettiğinden, Kalpaksız Kuvvacı’ydı.

          Bugün,  her zamankinden daha çok anıyoruz  Uğur Mumcu’yu!

          30 yıldan beri kulağımızdan sesi eksilen, omuz başımızda boşluğu  duyulan,  gazete  köşelerini boşaltmış yiğit insan Uğur Mumcu’yu   ne kadar çok arıyoruz!

          Yıllardır ülkemizin Atatürk’ten, aydınlanmadan, çağdaşlıktan uzaklaştırılmak istendiğini gördükçe; Cumhuriyet karşıtlarının toplum yapımızı etnik milliyetçiliğe, mezhepçiliğe taşımak isteklerine tanık oldukça Uğur Mumcu’yu anmamak olası mı? 

           Devlet hazinesinin soyulmasını, kamu mallarının israf edilmesini, insanlarımızın  gün günden yoksullaşmasını, yolsuzlukları  yaşadıkça….Adam kayırmacılığın yaşandığını, liyakatsiz insanların  iş başına getirildiğini anladıkça…Dinci yapılanmanın devlet kurumlarına sızdığına, hatta  askersel-siyasal darbelerle iktidara el koymak arayışlarına tanık oldukça…Gün günden ülkemizin bir ortaçağ karanlığına taşınmak istendiğini sezdikçe…Töre ve kadın cinayetlerinin artışına, kadının evine kapatılmak istenmesine, kız çocuklarının  okullarından alınışlarına engel olamadıkça… Emeğin  ve emekçinin sömürülmesine, yeraltı ve yerüstü varlıklarımızın yabanca ortaklı anaparanın  emrine verilişine karşı duramadıkça… Onlarcasını yaşadığımız toplumsal terör olaylarında, masum insanlarımızın etnik ayrımlarına ve mezhep-inanç ayrımına göre katledilmelerinden canımız yanmadıkça… Ordumuza kurulan kumpasların içyüzünü anlayamadıkça, düşünce ve eylem insanlarının türlü yollarla lekelenmelerine, hatta mahkum edilmek ve katledilmek istenmelerine seyirci kalabildikçe…Basın sansür edilemez derken dahi eleştirinin hakaret olarak nitelendirildiği; kitle iletişim araçlarına ceza vermenin yolu olarak  bir esprinin bir mimik gösteriminin gerekçe bilindiği günlerimizde Uğur Mumcu’yu anmadan geçemiyoruz!

             Uğur Mumcu’yu yitirişimiz üstünden otuz yıl geçti. Onu katleden  failin, bombayı koyan elin  ve arkasındaki azmettiricilerin üstündeki sır perdesi aydınlatılamadıkça, bu sır perdesini ören tuğla duvardan bir tuğla dahi çekemedikçe, Türkiye’yi bugünlerimize taşıyan sorunlarımızın üstesinden gelemeyeceğimizi  de bilmeliyiz.

             Bugün başımıza gelenleri anlayamıyorsak, anlamakta zorlanıyorsak, Uğur Mumcu’nun Cumhuriyet gazetesindeki “Gözlem’ başlıklı köşe yazılarından, onlarca kitabından  ve kamuoyuna verdiği demeçlerinden ders çıkaramadığımız içindir. 

            Ders alamadığımız içindir  ki, Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatırken ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken ortaya koyduğu “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur” ilkesinin, bugün tek bir kişinin toplum yönetimine egemen oluşuna dönüştürüldüğünü   anlayamayacağız.

            Ki, Atatürk’ün sağlığında inşa edilmiş; basma kumaştan şekere, kağıttan çimentoya, demir çelikten uçak yapım sanayine dek 46 adet üretim tesisinin ‘özelleştirme’ adıyla yok pahasına elden çıkarıldığının; ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının emperyalizme açıldığı bir sürece girildiğinin, ülkemiz çocuklarının önlerine sabah kahvaltılarında  çıkaracağımız süte, peynirde dek yoksullukların içine düşürüldüğünün nedenlerini   tanıyamayacağız.

            Cumhuriyetin kazanımları yabancı ortaklı anaparaya satıldığı için, Atatürk’ün kamucu-toplumcu sosyal devlet anlayışı terk edildiğinden, Türkiye’nin  Atatürk’ün deyişleriyle “bizi mahvetmek isteyen emperyalizmin ve bizi yutmak isteyen kapitalizmin” oyun alanı oluşuna fırsat   verecek miydik?

           Yasalar önünde eşit temel hak ve özgürlüklere sahip yurttaşlarımız, ‘fıtratları eşit olur mu hiç!’ denilerek kadın erkek ayrımının içine itilebilir miydi? Kadın, cinsiyetinin mağduru görülebilir miydi? 

           Haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik sözcüklerinin, insanlarımızın kullanageldikleri iletişim dilinde en çok kullandıkları kavramlar içinde yer alışının, yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının  tartışılmasının  kapısı açılabilir miydi?

             Bilimsel, ulusal, laik eğitim sisteminin içinin boşaltılabildiği, Milli Eğitim Bakanlığının kökeni dinci vakıf ve derneklerle iş birliğine girdiği günlere gelinebilir miydi?

           1925 yılında kapatılması kararı alınmış tarikat ve cemaatlerin, bugün başka görünüm ve adlar altında  toplum yaşamına egemen oluşlarına, Uğur Mumcu’nun deyişleriyle  ‘tarikat-ticaret-siyaset’ üçgenine insanlarımız  tutsak edilebilir miydi? 

            Geldiğimiz bu noktada, artık  Türkiye’nin ve Türk insanının en büyük sorununun ‘adalet’ ve ‘demokrasi’ olduğunun ayırdına varıyoruz! Uğur Mumcu’nun katledilmesinin temel nedeni de adaletin ve demokrasinin ülkemize getirilememiş olmasındandı. Oysa çağdaş bir toplum yaşamını kuran değerler ve de Cumhuriyetimiz bu noktada kendini göstermekteydi. Bu değerleri kuramadığımızdan değil miydi merhum Prof. Dr. Muammer Aksoy’u, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’yı, Doç. Dr. Bahriye Üçok’u, Doç. Dr. Bedrettin Cömert’i, Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nu, gazeteci Çetin Emeç’i, gazeteci Abdi İpekçi’yi  ve isimleri sayılamayacak denli çok aydın, yurtsever, ulussever ve demokrat insanımızı hunharca işlenmiş katliamlarda yitirmemiz.

             Bu nedenledir ülkemizde 24 Ocak / 31 Ocak tarihleri arasındaki bir haftalık süreçte düzenlenen Adalet ve Demokrasi Haftasında,  Türk insanının adalete susamışlığını ve demokrasiye  kavuşma özlemini anlatabilmek çalışmaları yürütülüyor.    

            Türkiye’ye egemen olmak isteyen iç ve dış güçlerin oyunlarını ortaya çıkaran, adaleti ve demokrasiyi ülkemize kazandırmak için mücadele eden  Uğur Mumcu, bu haftanın baş kahramanıdır.

Uğur Mumcu her zaman bir ışıktır; ki onun cenazesi 27 Ocak 1993 günü Ankara’da büyük bir törenle kaldırılmıştı. Cenaze ardında yağmur altında yürüyen kalabalık uğurlayıcılar  “Ankara’nın taşına bak / Gözlerimin yaşına bak” dizeleriyle kendisini sonsuzluğa göndermişti.

           30 yıl önce içimizden, yüreğimizden bir parça olarak koparılan bu yiğit gazeteci Uğur Mumcu bizim için, bizim Cumhuriyetimiz için, bizim bağımsızlığımız için, bizim sömürüye ve emperyalizme kurban edilmemizi önlemek için, bizim insan gibi yaşayabilmemiz için  canını verdi.

           Onun sözüydü “ Ey halkım unutma bizi!”

           Bu haykırışı unutmaksızın Uğur Mumcu’nun  özlemini duyduğu Türkiye’nin kurulabilmesi için, Cumhuriyet devrimlerinin ve kazanımlarının   ülkemizde yaşayabilmesi için, ışıklar içinde uyumasını dileriz.

  Bu yazı 2848 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI