Bugun...

BAŞKOMUTAN - EMSALSİZ LİDER (2)

 Tarih: 26-08-2021 19:12:00
RUFAT ŞENER

       (Dün bu başlık altında yayımlanan yazımızın ikinci bölümüdür.)
           Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkışı ile Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ilk adım atılır. Ne için? “Milli bağımsızlık ve işgalden kurtuluş için” (S:207) Fakat işlerin yürümesi kolay değildir. “Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir”, “Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır” denilerek Amasya Genelgesi yayımlanır. Gelişmeler İstanbul Hükümetini endişelendirir, Mustafa Kemal- sözüm ona aldığı 3. Ordu Müfettişliği görevinden- geri çağrılır. Mustafa Kemal çok sevdiği askerlik mesleğinden istifa eder.  
        “Buradan çıkarılması gereken bir ders var: Liderler, geriye dönülmez adımlar attıklarında kişisel ilişkilerden ziyade değerler ve ilkeleri öncelemelidir.” (S:216) 
         Vatan kurtarıcılığı yolunda sivil giysileriyle Erzurum Kongresi’ni toplar Mustafa Kemal.  Kongrenin maksadı “Vatanın bütünlüğünü muhafaza etmek. Milli bağımsızlığın dokunulmazlığını ve tamlığını sağlamak. Kuvayı Milliye’yi etken ve milli iradeyi hâkim kılmak” Bu amacın gerçekleşmesi yolunda   Sivas’ta vilayet temsilcilerinin   toplanması kararı alınır. Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar küçük düzeltmelerle kabul edilir.   Manda ve himaye reddedilir. Kongre kararları içeride ve dışarıda büyük yankı getirir. Mustafa Kemal’i yolundan döndürme amaçlı suikast girişimleri görülür. Padişahın Elâzığ Valiliğinden Sivas Valiliğine atadığı Ali Galip, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını yok etmeyi planlamışsa da girişimi engellenir.   Bu da yetişmez Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi, Mustafa Kemal’in ‘katli vacip’ fetvaları verir. Bu fetvaya karşı Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi, Millî Mücadele’yi ve Mustafa Kemal’i destekleyen fetvalar yayımlar. Milletin temsilcilerinin Ankara’da toplanmasının önüne yine de geçilemez.  Meclis’in açılmasını izleyerek de Divan-ı Harp tarafından Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 11 Mayıs 1920 tarihinde idama mahkumiyetine kararları verilir. Padişah Vahdettin de bu kararı onaylar. 
         “23 Nisan 1920 Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır.” Bir gün sonra Mustafa Kemal Başkan seçildiğinde 39 yaşındadır. Milletine mesajı nettir: “Yalnız ve yalnız bir şey düşünmeye mecburuz; o da memleketin kurtuluşudur.” (S:243)
         Kongreler döneminden beri süregelen ulus istenci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil gücü bulur. Mustafa Kemal de bu Meclis önünde hesap verebilir olmayı görevi bilir. “Nutuk’ta ifade edildiği gibi, daha 1919 yılı içinde Millî Mücadele aleyhine başlayan isyanlar memleketin her yanını sarmıştır.” Bu isyanların sayısı otuzun üzerindedir. İsyanlara Hilafet Ordusu da katılır. 1920 yılı ortalarında Batı Cephesi’nde incelemelerde bulunan Mustafa Kemal Afyon’da subaylara hitap eder: “Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce vazifesi budur.” der. 
           Bu sözlerdeki gibi “Subay, bu konuşmanın ana fikrini ruhunun derinliklerinde duyandır. Bu ifadelerle karşılaştığında içinde fırtınalar esen adamdır. Eğitimin amacı olumlu yönde davranış değişikliği sağlamaktır. Subayın onuru bedenden önce olmalı, ülkesi için var olduğunu asla aklından çıkarmamalıdır. Ettiği yemin onun namusudur. Kurtuluş Savaşı bütün bunları şaşmaz bir değer olarak benimsemiş subayların öncülüğünde kazanılmıştır.” diyor Ahmet Yavuz. (S:248)
          “Mustafa Kemal, cepheyi gelecekteki zor günler için hazırlarken, İstanbul’da Padişah Vahdettin de katıldığı Saltanat Şurası’nda Sevr Antlaşması’nın taslağını kabul ediyor. 10 Ağustos 1920 günü de antlaşma imzalanıyor.”
          Bu açmazlara karşın, Kuvayı Milliye Anadolu’da yer yer işgalcilere karşı direnişlerini sürdürür. Toparlanan Milli Kuvvetler bir taraftan iç isyanlara boğuşur, diğer taraftan işgalcilere karşı vatan savunması verir.  Bu anlamda düşmana karşı verilen Millî Mücadele’nin ilk örneği “1. İnönü Muharebesinin 6 Ocak 1921 günü başlamasıdır. Bu savaşın en büyük özelliği Çerkez Ethem ile yapılan çarpışmalarla eş zamanlı yaşanmış olmasıdır. Bunun yanında düzenli ordunun ilk sınavı olma özelliği vardır.” Savaş kazanılır, düşman durdurulur. 
           23 Mart 1991 tarihinde 2. İnönü Savaşı’na başlanır ve kazanılır.  Kanlı çarpışmalar içinde birkaç defa el değiştiren Metris Tepe’den, cephe komutanı İsmet Paşa Ankara’ya yolladığı raporunda “Düşman, binlerce maktulleriyle doldurduğu muharebe meydanını silahlarımıza terk etmiştir.” haberini verir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi olarak Mustafa Kemal de İsmet Paşa’ya (İnönü) verdiği karşılıkta, şu ünlü cümleyi kullanır:” Siz, orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz.” der. Yazarımız Ahmet Yavuz da “İnönü’deki başarının ardında komutan ve askerlerin büyük fedakârlığı vardır.” demektedir. (S:278)
            Fakat, düşmanın Anadolu içlerinden atılması için daha çok mücadele etmek gerekmektedir.  Bu doğrultuda Kütahya- Eskişehir muharebeleri sonrası ordu Sakarya’nın doğusuna çekilmek zorunda kalır. Savunmaya bu hat üzerinden devam edilmesi uygun görülür. Ancak Ankara kaynamaktadır.  Meclis, uzun tartışmalar sonrası 5 Ağustos 1921 tarihinde Mustafa Kemal’e Başkomutanlık yetki ve görevi verir.  Nihayet 23 Ağustos 1991 günü başlayan, geceli gündüzlü 22 gün 22 gece süren Sakarya Savaşı’na başlanır. (Üç gün önce yüzüncü yıldönümünü andık.)  Mustafa Kemal’in “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça, terk olunamaz.” emrini yayımladığı bu Sakarya Savaşı’nda, Türk ordusu zafere en yakın günler içindedir. Bu emirde “irademizi düşmana kabul ettireceğiz” kararlılığı mevcuttur. Mustafa Kemal de “ordumuzun her ferdi, bu sistem dahilinde, her adımda azami fedakarlığını göstermek suretiyle” zaferi elde edecek düşüncesindedir. “Çok kısıtlı imkanlara rağmen atılan stratejik adımlar ve taktik başarıların bütünlüğü başarıyı getirmiştir.” Sakarya Savaşı kazanılır. “Sakarya, bir ölüm kalım savaşıdır. Türk tarihinin dönüm noktasıdır.” Bu savaşta subay kaybı ileri düzeydedir.  Savaşın belki de en önemli sonucu Fransa ile Ankara Antlaşması’nın, Sovyetler Birliği ile Kafkasya konusunda (Azerbaycan-Gürcistan-Ermenistan) Kars Antlaşması’nın yapılmasıdır.
           Bu savaş yıllarında “Başkomutan’ın ‘Gözüm Sakarya’da, kulağım İnebolu’da’ demesinin sebebi de budur: Cephane ihtiyacı… Bu ihtiyaç Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar bitmeyecektir. Göz ve kulağın bir ayrılmaz parçası da telgrafın telleriydi. “(S:330)
          Ahmet Yavuz, “Başkomutan’ın bu emri, içerik olarak değerlendirildiğinde, Conkbayırı’nda verdiği ‘size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum’ emrinin duruma uygun olarak uyarlanmasından ibarettir. İkinci bir kader anına etki etme emridir.” diyor., “Bir komutan için hayat, öğrenmek ve öğrendiğini uygulamak demektir. Bu sadece komutan için değil her seviyede lider için geçerlidir. Bu bakımdan komutanlar ve liderler, çevrelerinde düşünen ve düşündüğünü ifade etmekten çekinmeyen nitelikli-donanımlı kişiler bulunmalıdırlar. Bunların özellikle ‘ben’ yerine ‘biz’ demesini bilenlerden olması da tercih edilmelidir.” (S:321) yorumunu yapıyor Ahmet Yavuz. Sakarya sonrası “Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya TBMM tarafından 21 Eylül 1921’de ‘Mareşal’ rütbesi ve ‘gazilik’ unvanı verilir.” Bu karar önünde Meclis’te teşekkür konuşması yapan Mustafa Kemal “taltiflerinizin hakiki muhatabı ordumuzdur” der. “Sakarya Savaşı’ndan Büyük Taarruz’a kadar geçen süreyi nihai savaşa hazırlık devresi olarak nitelemek gerekir.” Düşmana karşı taarruz hazırlıkları hızla yapılır. Düşmanı aldatma ve kendi planlarını saklama çalışmalarına önem verilir. “26 Ağustos sabahı Türk Başkomutanı Kocatepe’de, Türk taarruz mevzilerine birkaç km yakınken Yunan Başkomutanı Yunan savunma mevzilerine 500 km uzaklıktadır.” Türk askeri bu taarruzda büyük bir inanç ve güven içine, düşman mevzilerine saldırılarını başlatır. 57. Tümen Komutanı Albay Reşat Bey (Çiğiltepe), Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği “Çiğiltepe’yi ‘yarım saate ele geçirme’ sözünü yerine getiremediğinden karargahında canına kıymış, zaferi görmeden hayatını kaybetmiştir.” Ancak adım adım, mevzi mevzi düşman hatları yarılmaya da başlanır.  Ki, 26 Ağustos günü başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos 1922 günü Dumlupınar’da kazanılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’yle zafere erer, Yunan ordusu kesin olarak yenilgiye uğratılır. 
          “Böyle zamanlarda Mustafa Kemal Paşa en kritik yerde bulunurdu. Çanakkale’de böyleydi, Kafkas cephesinde böyleydi. Filistin’de böyleydi. Halep’te böyleydi. Sakarya’da böyle olmuştu. Sıra Aslıhanlar’a gelmişti.” (S:428) Gelişmeleri izleyen Başkomutan Mustafa Kemal “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” emrini verirken de böyledir.  9 Eylül 1922, Türk tarihinde büyük gündür. Türk ordusu İzmir’e girmiş, zafer kazanılmıştır. Bu; Türk ordusunun, milletin ordusu olmasının başarısıdır. Gazi Mustafa Kemal, İzmir’e girildiği gün aşağıdaki mesajı Türk milletine yayımlamaktadır: “İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedakarlığı hürmet ve takdirle anarım. Elde edilen büyük muzafferiyetin yapıcısı olan kıymetli arkadaşlarıma en içten teşekkür ve tebriklerimi bildiririm. Orduların, bundan sonra verilecek hedeflerin alınmasında aynı fedakârlık yarışmasını göstereceklerine inancım tamdır.”
           “Son Yunan askerinin Anadolu’dan ayrılmakta, kaçmakta olduğu gün Başkomutan millete yayımladığı diğer beyannamesinde, ‘Asil Türk milleti! Bu büyük zafer sadece senin eserindir. Anadolu’nun kurtuluş zaferini sana İzmir’den tebrik ederken, ordumuz Balıkesir’i işgal etti ve düşmanı Bandırma istikametinde takip ediyor.” (S:468) sözlerini kıvançla kullanmaktadır.
          Yazarımız Ahmet Yavuz bu tarihlerden sonraki gelişmeleri “Diplomasi Adımları’ olarak adlandırıyor. Çünkü Başkomutan’ın önünde Trakya’yı Yunanlılardan ve İstanbul ile Çanakkale’yi işgal kuvvetlerinden arındırmak sorunları vardır. Bu sorunlar da 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanan Mudanya Mütarekesi ile milletimiz lehine ve çatışmaların bitmesi şeklinde çözümlenir. Trakya silah atılmadan boşaltılır, Boğazlar’da ise Montrö Sözleşmesi ile tam egemenlik sağlanır. Ki, Lozan’da kazanılmış devletin ‘tam bağımsızlık’ ilkesi, anlamını tamamlamış olur vatan bütünlüğü içinde.  “Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın temel kaynağı milletin kendisidir. Erkeğiyle ve kadınıyla Anadolu insanıdır. Can verir, ter akıtır, gözyaşı döker, sakat kalır, sıtma olur, üretir, paylaşır, aç kalır, susuz kalır ama acıyı bal eyler. Büyük bir sorumluluk timsalidir.” Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın adsız birer kahramanı da kadınlarımızdır.  “Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi “Bu adsızlar ya savaşan birer erdiler ya muharebelerin mihnetlerine alın teri ve gözyaşları ile katılmış yarı aç yarı tok, lime lime kıyafetli analar, gelinler, kızlar, çocuklar ve ihtiyarlardı.”
           Millî Mücadele boyunca Gazi Mustafa Kemal, “kendisine duyulan güveni muharebe sahasında elde etmiştir. Yaklaşık 20 yıllık askerlik yaşamının beş yılını komutanlıkta, 2.5 yılını ise fiilen savaşarak geçirmiştir. Bu süre zarfında gösterdiği meseleleri kavrayış düzeyi, cesareti, muhakemesi, kararları, zamanlaması, gerçekçiliği, inisiyatif alışı, metaneti, sorumluluk üstlenmesi, teşkilatçılığı kendisine duyulan güvenin kaynağını oluşturmuştur.” Ki, bu askerlik yaşamının gerçekleri önünde “Atatürk’ten her gün yeniden çıkardığımız ders: Savaş haklı olmalı, hayati olmalı ve meşru olmalıdır. Millet, ordusuna destek vermelidir.” (S:355)
          Yazar Ahmet Yavuz’un “Kurtuluş Savaşı’nı ancak bir dâhi öngörebilir, tasarlayabilir, yönetebilir ve zafere ulaştırabilirdi. Dehanın bir yanı idealizmin geniş ufkunda dolanmıştı; diğer yanı gerçekçiliğin sınırları içinde sağlam duruşu sağladı ve devrimci sonuca ulaştı.” sözleriyle betimlediğiyse Mustafa Kemal’dir. Yazar Ahmet Yavuz son sözlünü söylüyor: “Vatan ve hürriyet diye çıktığı yolda, 1910’da Makedonya’da bir gazinoda bir grup subaya söylediği gibi, emrindeki Türk ordusuyla ‘vatanı, dış tecavüz ve istiladan’ kurtarmıştı. O, geriye dönük övünmelerle kendini oyalamak yerine önüne bakmayı tercih ederdi. O toplantıda kurduğu cümlenin devamındaki “milleti taassup ve fikir esaretinden kurtarmak’ için yola koyulmalıydı. Zira zaferi kalıcı kılmanın yegâne yolu olarak gördüğü ‘taassup ve fikri esareti’ yani cehaleti tez elden yok etmeliydi. Bunun için gecikmeden yola koyuldu. O yolculuk devam ediyor.” Biz yukarıdaki değerlendirmemizle Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un yayımladığı ‘Başkomutan- Emsalsiz Lider’ adlı yapıtın tanıtımını yaptık. 
           Bu duygu ve düşüncelerle Ulusal Kurtuluş Savaşımızın zafere erişinin 99. yıldönümünde 
Türk ulusunun 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı   kutlar; bu savaşın Başkomutan’ı ve Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anısı önünde saygı ile eğilir; vatanımızın bütünlüğü ve ulusumuzun birliği için canlarını feda etmiş şehitlerimize şükran ve minnet duygularımızı, gazilerimize sağlık ve esenlik dileklerimizi sunarız.    

  Bu yazı 1315 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI