Bugun...

“ULUSLARARASI BİR HUKUK ABİDESİ”: LOZAN

 Tarih: 23-07-2021 16:24:00
RUFAT ŞENER

        Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütün dünyada tanındığı, Lozan Barış Antlaşması’nın 98. Yıldönümünü kutluyoruz.

         Türk vatanını işgal etmiş, Türk ulusunu tutsak etmeye kalkışmış 1. Dünya Savaşı’nın galip devletlerine ve onların işbirlikçilerine karşı kazandığımız Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde, Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. 

         Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu Lozan Barış Antlaşması üstüne kurulmuş, tüm dünya uluslarınca da bağımsız ve özgür bir devlet olarak tanınmıştır.

          Antlaşma, TBMM Hükümeti adına İsmet İnönü başkanlığındaki Türk heyeti ile dünya paylaşım savaşının galip devletlerinin temsilcileri arasında imzalanmıştır.

         Uzun süren ve zorlu geçen konferans görüşmelerinin ardında 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmış Lozan Barış Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihin derinliklerine gömüldüğünü, yeni bir Türk devletinin kurulduğunu başta 1. Dünya Paylaşım Savaşı galibi bağlaşık devletler olmak üzere Avrupa, Amerika ve Asya kıtasının sözü geçen ülkelerince kabul edildiğini doğrulayan bir belgedir.  1. Dünya Paylaşım Savaşı sonrasında yenilmiş ülkelere kabul ettirilmiş antlaşmaların çoğu bugün yürürlükte değilken, Lozan Barış Antlaşması’nın varlığını ve ilkesel bütünlüğünü korumuş olması, ulusumuzca bu antlaşmaya verilmesi gereken değeri göstermektedir.

        Tüm dünyanın gözü önünde yapılan Lozan görüşmeleri içinde Doğu Sorunu, sınırlar, adalar, azınlıklar, kapitülasyonlar, Boğazlar konularında, iktisat ve mali işler ile yargısal işlerde zorlu savunmalar verilmiştir. Bu savunmaların ön büyüğü Türkiye’nin kayıtsız koşulsuz bağımsız yaşamak hakkının korunması konusunda olmuştur. Çünkü diğer bütün hakların korunması buna bağlıdır.

          Görüşme masasına oturan 1. Dünya Savaşı’nın galip devletleri, yüzyıllardan beri Osmanlı Devleti’ne uyguladıklarını başka şekillerde yeni Türk devletine uygulamak, korumak ve kurtarmak istemekteydiler. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nu bir büyük sömürge olarak görmüşler ve sömürge yönetimi işlerliği kurmuşlardı. Ülkenin dış borçlarını tahsil etmenin yolunu böylece açmışlardı. Ülkede getirisi büyük bütün işler yabancıların elindeydi. Örneğin, kara, deniz, demiryolu ulaşımından alın kömür, demir, bakır gibi madenlerin çıkarılmasına; tuz üretiminden tutun tütün ve içki üretim ve pazarlamasına, posta teşkilatı işletmeciliğinden bankacılığa dek nice ekonomik hizmet bu yabancıların elinde, kontrolünde giderek onların namı hesabına çalıştırılır konumda bulunmaktaydı. Bu gerçeği geç ama çok acı bir deneyimle görmüş Türk ulusu, her ulus gibi kendi evinin sahibi ve hâkimi olmak istiyordu. İşte, bu nedenle Lozan’da ‘tam bağımsızlık’ ilkesi üzerinde çok durulmuştu.

          Görüşmelere başlarken İsmet İnönü’nün belirttiği “Barış isteğiyle geldik, çok haksızlık gördük, adalet içinde bir barış yapılmasını diliyoruz.” iletisi, sekiz ay süren zorlu tartışma günlerinden sonra gerçekleşti. Cumhuriyet’in temel ilkesi ‘tam bağımsız Türkiye’nin tanındığı Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalandı.

           Atatürk, bu utkuyu şöyle değerlendirir: “Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş bir büyük suikastın çöküşünü ifade eden bir vesikadır. Osmanlı devrine ait tarihte eşi benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.”

          Türk ulusunu Avrupa’dan, Anadolu’dan atmak siyasasını izleyen emperyalist devletlerin türlü oyunlarına Lozan Barış Antlaşması ile karşı çıkmak başarılmıştır.

          O güne değin halkımızın kanını emen, alın terini ve emeğini sömüren emperyalizmin uygulayageldiği ve görüşme masasında da talep ettiklerinin tümüne Lozan Barış Antlaşması ile ‘dur’ demenin başarısı kazanılmıştır. O tarihten sonra da   yabancıların ellerinde bulundurdukları tüm ekonomik kuruluşlar tek tek bedelleri ödenmek yoluyla millileştirilerek Devletimize, kamuya mal edilmekle kalkınma ve ulusal refah yolu açılmıştır. 

          Bugün, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının üzerinde hoyratça tepindiği Lozan Barış Antlaşması, ‘yeni Osmanlıcı’ ve ‘alternatif tarih yazıcıları’ tarafından olabildiğince çarpıtılarak, halkımızın gözünden düşürülmek istenmektedir.

        Lozan; bir ‘zafer’ mi, yoksa bir ‘hezimet belgesi’ mi görülmelidir, tartışmasını açan bazı çevreler önünde, bu onurlu barış antlaşmasının tarihsel gerçekliğini anlamak ve bu antlaşmayı savunmak, her onurlu ve erdemli yurttaşımız için görevdir.

        ‘Lozan bir hezimettir’ diyenler önünde, uzmanların adlandırışıyla “Lozan Barış Antlaşması uluslararası bir hukuk abidesidir” dememiz gerekiyor. Türkiye’nin ulusal ve bölgesel haklarının, ulusal çıkarlarının dayanağı ve güvencesi temel   bir antlaşmadır Lozan Barış Antlaşması. Bu nedenle Tarih Yazarı ve Araştırmacı Sinan Meydan, “Diplomasi Zaferi” gördüğü antlaşmaya “Ulus Devletin Tapusu Lozan” adını veriyor.

         Parlamenter demokrasimizin ‘ulusal egemenlik’ ilkesini ‘tam bağımsızlık’ ilkesi taçlandırmış,

Cumhuriyet’in temel taşı olmuş uluslararası bir akittir Lozan Barış Antlaşması.

         İnsanlık ailesinin tüm uluslarıyla eşit haklara sahip Türk ulusunun çağdaş dünyada ‘Yurtta barış dünyada barış’ öğretisi ile kurduğu, ‘tek devlet’, ‘tek millet’ ve ‘tek bayrak’ ilkelerine dayalı, demokratik ve laik hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz akıdır Lozan Barış Antlaşması.

         Yüce Türk ulusunun güvenle bağlanıp koruyacağı Lozan Barış Antlaşması, emperyalizmin ne ‘böl ve yönet’ siyasasının uygulanmasına ne de Türkiye’nin ‘ılımlı İslam devleti’ modeline dönüştürülmek istenmesine açık kapı bırakacaktır.

          Alternatif tarih yazıcılarının ileri sürdükleri şekilde, bu antlaşmanın protokolü ek sözleşmeler uyarınca Lozan Barış Antlaşması’nın ömrü 2023 yılında sona erecektir beyanı da tümüyle bir safsatadır.

          Bu anlamda emperyalist ülkelerin uygulayageldikleri siyasa sonucu Kuzey Irak’ta kurulmuş, siyasal ve ekonomik varlığını kazanmış Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi benzeri bir ‘Kürdistan’ veya ‘Kürt Bölgesi’ yapılanmasının Anadolu topraklarında yeri yoktur. Suriye’de yapılanmış köktenci, mezhepsel ve etnik bölücü terör örgütlerinin Türkiye’ye taşımak istedikleri mezhepsel, dinsel rejim örgütlerinin Türkiye’ye taşımak istedikleri mezhepsel, dinsel rejim ayrılıklarının yeşertileceği topraklar olmayacaktır Anadolu. ‘Soykırım Yalanı’nı ortaya atanların amaçladıkları bir ‘Ermeni Yurdu’ Türkiye topraklarında varlık bulmayacaktır. Sözleşme konusu da değildir.

          Bu özlemler Osmanlı saltanatının imzaladığı Sevr Antlaşması’nın uygulanamamış koşullarında saklıydı. Oysa Cumhuriyet’in imzaladığı Lozan Barış Antlaşması, özgür ve bağımsız, ulusal, demokratik ve tekil devletimizin varlığını bize kazandırdı.

        “Sevr ölüm, Lozan hayattır.”

         Çünkü Sevr’i saltanat, Lozan’ı ise Cumhuriyet yapmıştır.

         Türkiye Cumhuriyeti Devleti ulusu ve toprağı ile bir bütündür. Lozan Barış Antlaşması ve ardı sıra Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Hatay’ın Anavatana katılması kararı ardında Cumhuriyetimizi yaşattığımız yurt topraklarımızda Misak-ı Milli sınırlarına erişir olduk. Bu vatan toprağında etnik köken ve inanç ayrımı olmaksızın tüm Türk ulusu kaynaşmış bir bütün olarak yaşar. Bu ulus birliğinin tanımını da Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk dile getirir: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”

           Bugün “Ortadoğu’yu ‘ölüm coğrafyası’na çevirenler; Sevr’i ve Lozan’ı karşı karşıya getirmeye, Montrö’yü tartışmaya açmaya, Karadeniz’i ‘NATO Gölü’ne dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Tarihin derinliklerine gömdüğümüz Sevr’i diriltmeye çalışanların Türkiye’yi çökertmeye yönelik planı, ne acıdır ki aşama aşama uygulanmaktadır. Bölgemizde egemenlik alanını genişletmek isteyen ABD; hem Suriye’de hem Kuzey Irak’ta ‘devletçikler’ oluşturmaya çabalamaktadır. Bir yandan Türkiye’yle sözde uzlaşmaya çalışırken diğer yandan bölgedeki terör örgütleriyle iş birliği yapmaktadır. Kuzey Irak ve Fırat’ın doğusundaki ürkütücü gelişmeler, ulusal bütünlüğümüzü tehdit eden tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.” ‘Daver Darende, Em. Diplomat, 13 Temmuz 2021 Cumhuriyet gazetesi)

           Bu değerlendirmenin bir nedeniyse şudur: Lozan sonrasında kazandığımız ulusal egemenlik haklarımız ve yarattığımız olanaklar, son yıllarımızda ‘özelleştirme’ yoluyla yok pahasına yerli ve yabancı kuruluşlara, çok uluslu şirketlere   devredilmektedir. Limanlarımızı işletme haklarından alın yeraltı ve yerüstü doğal varlıklarımızın kullanımına, endüstriyel kuruluşlardan tarımsal işletmelere kadar her alanda özelleştirme ve yabancılaştırma yolu açılmaktadır.  Bozulan ekonomiye gelir sağlamak, devlete dış borçları ödemek için kaynak sağlamak amacıyla bu yola gidilmektedir. Cumhuriyetin, halkın ve devletin endüstriyel, tarımsal, ticari ve ekonomik varlıkları bir bir elden çıkarılmaktadır. Bu uygulamaların kamusal yarar ve toplumsal refaha erişme öğretisi ile de açık yakın bir amacının olmadığı çok açıktır. Sonuçta özeleştirme ve yabancılaştırmanın aklımıza getireceği kapitülasyonlar dönemi bunalımlarına düşmek de geleceğimiz adına tek kaygımız olmaktadır. Hele hele uluslararası şirketlerin açtıkları kredilerden doğan dış borçlarımızın ‘söke söke alınacağı’ açıklaması yapıldıktan sonra.

            İşte bu gerçekler önünde, Cumhuriyetimizin kuruluş değerlerine yürekten bağlı Türk ulusunun, egemenlik haklarını, demokratik ve laik rejimini, ulusal varlığını tarihinden aldığı özgüven duygularıyla korumanın bilincinde olacağına inanmaktayız. Bu anlamda Lozan’ın Türk egemenliğine bıraktığı, Anadolu kıyılarına üç mil açıkta ada ve adacıklara, karşı kıyı devleti Yunanistan’ın müdahale etmesine veya Yunanistan’a bırakılmış adaların silahlandırılması önerilerine her kademede Devlet güçlerimizin tartışma yaratmaksızın karşı çıkmasını; Karadeniz’in de bir barış denizi olarak korunmasını ve ‘Mavi Vatan’daki haklarımızın savunulmasını   beklemekteyiz.

            Sözlerimizi yukarıda kimliğini verdiğimiz Daver Darende’den alıntıladığımız uyarı paragrafı ile sona erdirelim: “Türkiye zor bir süreçten geçiyor. Önümüzdeki yıllarda küresel egemenlerin ülkemize yönelik dayatmaları daha da artacaktır. Küresel güçler için önemli olan emperyalizmin öngördüğü koşulları ülkemizin yerine getirip getiremeyeceğidir. Onlar için ‘bağımlı’ ve ‘uyumlu’ olmak temel koşuldur. Durumun ciddiyetini artık kavramak zorundayız.”

            Bu duygu ve düşüncelerimizle Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün; O’nun silah ve fikir arkadaşı, Lozan mimarı ve 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün; egemenliğimizi korumak için canlarını vermiş şehitlerimizin, gazilerimizin anıları önünde saygı ile eğilir, şükran ve minnet duygularımızı sunarız.

  Bu yazı 1322 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI