Bugun...
SON DAKİKA

BAŞKOMUTAN - EMSALSİZ LİDER (1)

 Tarih: 25-08-2021 19:24:00
RUFAT ŞENER

       Türk ulusunun Millî Mücadele dönemini anlatan yeni bir kitap daha yayımlandı. Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un yayımladığı ‘Başkomutan- Emsalsiz Lider’ isimli yapıtı da kitapçı raflarında yerini aldı.

         Kırmızı Kedi Yayınevi’nce 2021 yılı Haziran ayında yayımlanan ‘Başkomutan- Emsalsiz Lider’ adlı yapıt, Milli Mücadele’nin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün katıldığı savaşlardaki askerlik yönünü ve onun liderlik niteliklerini anlatıyor.

         Önceleri de Sayın Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in ‘Mustafa Kemal’le Anadolu’da Yolculuk’ adlı yapıtı ve Cumhuriyet Vakfı Başkanı Sayın Alev Coşkun’un ‘Samsun’dan Önce 6 Ay’ ve ‘Samsun’dan Sonra 19 Ay’ isimli iki ciltlik yapıtları yayımlanmıştı.

         Bu tür yapıtlarla Ulusal Kurtuluş Savaşımızı anlatan Millî Mücadele kitaplığımız zenginleşiyor. Unutulmaması gerekir ki bu serinin   ilk kitabı Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk adlı yapıtı olmalıdır. Sonraları da Hasan İzzetin Dinamo’nun Kutsal İsyan, Sebahattin Selek’in Anadolu İhtilâli, Doğan Avcıoğlu’nun Milli Kurtuluş Tarihi, Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam, Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın Türk Devrim Tarihi, Turgut Özakman’ın Türk Mucizesi üçlemesi adıyla Diriliş-Şu Çılgın Türkler- Cumhuriyet’i, Tarihçi Sinan Meydan’ın çeşitli kitapları ve benzerleri seriye girmişti.

          İncelediğimiz kitabın yazarı Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz “2011 yılında Balyoz Davası tertibiyle tutuklanmış ve 18 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Cezaevinde emekli edilmiştir. 2014 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından verilen yeniden yargılama kararıyla özgürlüğüne kavuşmuş; yeniden yargılama sonunda 2015 yılında beraat etmiştir.”

          Önceki tarihlerde Ahmet Yavuz’un kendi adına yayımladığı ‘Vesayet Savaşları’ adlı yapıtından sonraki ‘Başkomutan – Emsalsiz Lider’ adlı yapıtı  savaş krokilerini de  içeren 555 sayfa ve beş bölümden oluşuyor: Birinci Bölüm, Atatürk’ün doğduğu ortam, askerlik eğitimi; İkinci Bölüm, meslek yaşamı, 1.Dünya Savaşı öncesi ve içindeki  süreçte Mustafa Kemal; Üçüncü Bölüm,  Dünya Savaşı sonrası Atatürk’ün Mütareke İstanbul’unda geçirdiği 6 Ay; Dördüncü Bölüm, Milli Mücadele günlerinde Mustafa Kemal, ulusal savaşta toparlanma stratejik savunma ve stratejik taarruz evreleri; Beşinci Bölüm de Mustafa Kemal’in komutanlığı ve liderliği vasıflarını ele alıyor.

           Her bir bölümde Mustafa Kemal’in katıldığı, başarılı yengiler kazandığı savaşların ayrıntıları ve komutanlığını üstlendiği Türk askerinin erdemli yönleri anlatılıyor.

           Sayın Ahmet Yavuz, bu yapıtının Önsöz’üne şu değerlendirme ile başlıyor: “Millî Mücadele devam ediyor. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları ile bu topraklar üzerinde yaşayan insanların büyük fedakarlıklarla ülkeye kazandırdığı çok değerli bağımsızlığı yıllar içinde kaybetme noktasına geldik. Onların deneyiminden yeteri kadar öğrenemedik. Cehaleti yenemedik. Bilimin rehberliğinin önemini anlayamadık. Üretim ekonomisinin bağımsızlığın can damarı olduğunu göremedik. Ordunun millet ve onun varlığının devamı için olduğu gerçeğini yeteri kadar kavrayamadık. Yönetim kademesindeki kişilerin bir kısmı adeta ‘kendisi için varlık’ haline geldi. Kurumsallaşma kaybolunca (bilerek yok edilmediyse) kurumlar da etkisizleşti. Dolayısıyla ülkenin en değerli varlığı esasen devletin varlık nedeni olan millet unutuldu.

           Bu bedelin en ağır ödendiği yerlerden birisi ise Türk Silahlı Kuvvetleri oldu. 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından yaşananlar, TSK’nın kurumsal yapısını ve kültürünü adeta tarumar etti. Yakın geçmişte yaşanan deneyimlerden süzülen derslerle bu kültürün yeniden inşası gerekiyor.”

           Bu kitabını “kaybolan ya da kaybolmakta olan değerlerin yeniden ama daha güçlü olarak orduya kazandırılması amacına hizmet etmesi için yazdığını” belirten Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz; “Türk ordusunun tarihsel olarak iki vasfı öne çıkmaktadır” diyor.

         “Birincisi, ordu milletin ordusudur, Ordu- millet bağı esastır. Özellikle darbeler ve uzun süredir yürürlükte olan bedelli askerlik uygulamaları bu bağı zayıflatmıştır. Bu bağı tekrar kuvvetlendirmek gerekiyor.

           İkincisi, ordumuz komutan ordusudur. Komutanlar her seviyede özel ve öncelikli bir role sahiptir. Onların yetişmesi önemli ölçüde eğitim ve seçim meselesidir. Yeni komutanların önüne örnekler koymak gerekir. Önümüzdeki en iyi örnek ise ebedi Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’tür…. Bu örneğin doğru anlaşılmasına katkı olması amacıyla kitabımı yazdım.” diyor Ahmet Yavuz.

           “Derdim Atatürk’ü övmek değil. Zaten benim övgüme ihtiyacı olduğunu da düşünmüyorum. Mesele mümkün olduğunca onun yarattığı ışığı okura yansıtmaya çalışmak; zira buna olan ihtiyaç büyük.” diyerek Önsöz’ün tamamlayan Ahmet Yavuz, bu yapıtında kronolojik bir sıralama içinde Mustafa Kemal’in komutanlık özelliklerini analiz ediyor.  Bu analizini “Einstein’ın ifade ettiği gibi

 ‘Hiçbir sorun onu yaratan bilinç seviyesiyle çözülemez.’ O, her defasında karşı karşıya kaldığı sorunu çözebilmek için daha üst düzeyde bir bilinç oluşturmanın örneklerini bize sunmuştur. Anlayabildiğimiz takdirde büyük bir hazineye sahip olduğumuzun bilincinde olmalıyız” (S.545) sözleriyle   tamamlıyor.  

          Trablusgarp’ta İtalyan birliklerine karşı yürüttüğü gerilla savaşı günlerinde arkadaşı Salih Bozok’a yazdığı mektupta ifade ettiği gibi “Mustafa Kemal, hem çok sevdiği askerlik mesleğinin gereklerini yerine getirmişti hem de bunu askerliğin ‘her şeyinden çok sanatkarlığını severek’ yapmıştı. Zaten askerlik sevmeden yapılabilecek bir meslek değildir ve insan ilişkilerini yönetmek de oldukça zordur. Bu, bir ölçüde benlik yönetimiyle ilgilidir. Komutanların genel olarak kendi doğrularını kabul ettirme arayışı da eksik değildir. Ancak bazen susmayı ve içine atmayı de ister istemez kabul ederler.” (S:61) diyor yazarımız.

          Sofya’da Askeri Ateşe görevlerinde bulunduğu tarihlerde arkadaşı Nuri Conker’in kaleme aldığı ‘Zabit ve Kumandan’ adlı esere verdiği bir karşılık görülecek ‘Zabitan ve Kumandan ile Hasbihal’ adlı yapıtında Mustafa Kemal, “Askerlik, işlerin çekip çevrilmesi değil, insanların sevk ve idare sanatıdır” diyor.  Ahmet Yavuz da bu doğrultuda “O’nun zorluklarla karşılaşılan süreçte ‘kendiliğinden iş görme’ yetisini ne denli güzel ve başarılarla gerçekleştirdiği, bu askerlik mesleği içinde tekrar tekrar yaşanmıştır da”, demekten geri kalmıyor.

          “19. Tümen Komutanı görevinde bulunduğu Gelibolu Kara Savaşları günlerinde İngilizlerin Seddülbahir bölgesine asker çıkarmalarına karşı direnen, cephanesi tükenmiş, silahı parçalanmış ve kendisi yaralanmış Mehmet Çavuş’un elinde taşla düşmana hücum ettiğini görünce, onun ödüllendirilmesi için komutanlık makamına teklifte de bulunur Mustafa Kemal.  Yaygın kanıdır ki ‘Mehmetçik’ ifadesi de bu tarihsel olgudan doğmuştur.”

           Önemli tartışma konusudur; “Çanakkale zaferini kim kazanmıştır? Bu zaferi sadece Mustafa Kemal’e bağlamak doğru mudur? Çanakkale Savaşı’nı Türk ordusu kazanmıştır. Mustafa Kemal de bu ordunun komutanlarından birisidir. Komutanların üstün sevgi ve becerisi yanında Mehmetçiğin o komutanlara kesin ve mutlak itaati başroldedir. Elbette zafer sadece ona bağlanamaz…. Fakat cephenin kaderi üzerinde doğrudan etkisi olan kişi Mustafa Kemal’dir” demektedir. Ahmet Yavuz. (S:109)

         “Büyük komutanların elinde Mehmetçik her zaman ateş topudur. Akıl ve inanç yekvücut olur. Önüne geleni yakar, yıkar, geçer. Önünde, yanında ve arkasında ama bir nefes mesafesinde olmak ve onunla gönül bağını sarsılmaz bir şekilde inşa etmek kaydıyla…Mustafa Kemal, bu cevheri gördüğü için ona gereken özeni göstermiş, çok sevmiş, eğitmiş, vazifeye hazırlamış ancak vatanın selameti için ateşe sürmekten çekinmemiştir. Başka türlüsü de olmazdı.” sözleriyle de Türk ordusunun sahip olduğu tarihsel vasıflarını göstermiş oluyor. (S.114)

           “Mustafa Kemal’i Kurtuluş Savaşı’nın lideri yapan, Çanakkale Savaşı’nda elde ettiği haklı şöhret olmuştur. Savaşın sağladığı özgüven, Kurtuluş Savaşı’nın moral kaynağı ve millet olmanın başlangıç noktasıdır.” (S:115) Pek çok askerin “Bizler Balkanlar’a, Irak’ cephelerine Allah, Muhammed aşkıyla gittik ama Gazi bize Çanakkale’de ‘vatan’ diye bir şey öğretti.” demiş olmaları, ulus bilincine yerleşen vatan kavramının tarihsel önemini, bu kavramı askerimize yerleştirenin de Mustafa Kemal olduğunu anlatmaktadır.

           Çanakkale’den ayrıldıktan sonra 1. Dünya Savaşı’nın Kafkasya cephesinde, Diyarbakır’da, Şam’da, Halep’te ve Yıldırım Orduları Grup Komutanlığında başarılı görevlerinden sonra 13 Kasım 1918 tarihinde Haydarpaşa Garı’nda trenden inen Mustafa Kemal Paşa, Boğaz’da İtilaf

Donanmasını görmekten hiç hoşnut kalmaz ve ‘Hata ettim! İstanbul’a gelmemeliydim, Bir an önce

Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalıyım.” derken de vatan sevgisini yüreğinde taşımaktadır.  Bu gerçek önünde Mustafa Kemal, ufuktaki gelişmeleri yanındaki yaveri Cevat Abbas’a “Geldikleri gibi giderler!” sözü ile anlatır. “Bu kısa ifade, bir liderin özgürlük ve bağımsızlık tutkusu yanında Türk insanına duyduğu güvenin de ifadesidir. 

           Nitekim altı ay sonra Kızkulesi açıklarında bindikleri Bandırma vapuru İtilaf kuvvetlerince arandığında dudaklarından dökülense, gelecekteki kurtuluşun sihrini açığa vurur: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz.” sözlerinde yaşayan da bu vatan sevgisi, özgür ve bağımsız yaşamak isteğidir. (S:199)

          (Tanıtım yazımızın ikinci bölümü yarın yayımlanacak sayımızda yer alacaktır.)

  Bu yazı 1311 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI