Bugun...

CUMHURİYET’İN İLK BAŞBAKANI

 Tarih: 24-12-2021 19:43:00
RUFAT ŞENER

             Ulusal Kurtuluş Savaşımızın Batı Cephesi Komutanı’ydı…  1. İnönü ve 2. İnönü Savaşı’nda salt işgalci Yunan askerini değil “milletinin makus talihini” de yenmiş Kuvayı Millici askerdi... Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini alan Türk askerinin İzmir’e girişinden sonra, yenilgiyi kabullenmiş istilacı emperyalist devletlerin oturdukları Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil eden, İstanbul, Trakya ve Boğazlar çevresini tek kurşun atmaksızın ve savaşmaksızın  Türk hakimiyeti altına  alan kahramandı… Kurtuluş Savaşı’yla ulusumuzun özgür ve bağımsız yaşama hakkı kazandığını, yeni Türk devletini kurduğunu tüm dünyanın  kabul ettiği   Lozan Barış Antlaşması’nda Türk heyetinin başkanıydı…  Cumhuriyet döneminin ilk Başbakanıydı…  1950 yılının seçim sonuçlarıyla iktidarı muhalefete teslim etmeyi bilmiş demokrasi savunucusuydu… Atatürk’ten sonra ikinci cumhurbaşkanıydı…Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanıydı, senatördü, milletvekiliydi… Cumhuriyet tarihimizde İkinci Adam’dı…

        Türk tarihinin son yüzyılında ismi büyük, askerlik ve siyaset tarihinde yeri doldurulamayacak, üstlendiği sorumlulukları, nitelikleri pek çok İsmet İnönü’nün gösterdiğimiz bu unvanları yanında, temel bir özelliğinin de ulusunun ekonomik bağımsızlığına verdiği önem bilinmelidir.

             İsmet İnönü’nün bu duyarlığı, Lozan Barış Antlaşması görüşmelerinin ana konularından, emperyalist devletlerin Osmanlı devleti üzerinde   kurduğu kapitülasyonların   kaldırılması konusunda ısrarlı savunmalarından anlaşılabilir. Aşağıdaki tümceler kendi anlatımındandır:

            “Bir defa Lord Curzon (İngiltere Dışişleri Bakanı ve konferans delegesi) ile bir gece toplantısında bulundum. Beraberdik. İkimiz vardık, bir de Amerika Murahhası Mr. Child vardı. Lord Curzon bana dedi ki: ‘Konferanstan bir neticeye varacağız. Ama memnun ayrılmayacağız. Hiçbir işte bizi memnun etmiyorsunuz. Hiçbir dediğimizi makul olduğuna, haklı olduğuna bakmaksızın kabul etmiyorsunuz. Hepsini reddediyorsunuz. En nihayet şu kanaate vardık ki, ne reddederseniz hepsini cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır. İmar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacaktır. Parayı nereden bulacaksınız? Para bugün dünyada bir bende var, bir de bu yanımdakinde. Unutmayın, ne reddederseniz hepsi cebimizdedir. Nereden para bulacaksınız, Fransızlardan mı?’

            “Ben, ‘evet’ dedim. Curzon sözlerine devam etti: ‘Para kimsede yok. Ancak biz verebiliriz. Memnun olmazsak kimden alacaksınız? Harap bir memleketi nasıl kurtaracaksınız? İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz.’

            “Lord Curzon’un bu sözleri kulağımda kalmıştır ve sözünün geçtiği her yerde hatırlamışımdır. Lozan Konferansı olalı 45 sene geçti. Bu sözleri hiçbir zaman unutmadım. Bu sene içinde para almak için müracaat ettiğimiz her yerde bu ihtimalleri görmüşümdür.”

             Lord Curzon’un dile getirdiği düşünce, o tarihlerde yazılı ve sözlü yayınlarda yer buluyordu: “Gerçekten Türkiye, teorik bakımdan bağımsız bir hükümet oldu. Lakin bu ticaret ve sanatta kabiliyetsiz ve sermayeden yoksun olan halkı bilenlerce malumdur ki: Bu bağımsızlığın ömrü pek kısa olacak ve eski vaziyeti bir başkası üzerine alacaktır.” deniyordu.

           Ki “bu hesaplar, Lozan Antlaşması’na imza koyanların kafasında daima bir umut olarak kalmıştı.” (Diplomat İnönü- Lozan, Alev Coşkun, Kırmızı Kedi Yayınevi, Sayfa:441)

            İsmet Paşa’nın Başbakanlığa Atanması

            Atatürk biyografileriyle ün kazanmış merhum Yazar Turgut Özakman, Cumhuriyet-Türk Mucizesi-2, (Bilgi Yayınevi, sayfa;12) adlı yapıtında, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Gazi Mustafa Kemal’in   İsmet Paşa’yı başbakan olarak atamasını şöyle anlatıyor:

            Bağımsızlığını ve özgürlüğünü kazanmış yeni Türk devletinin yönetim şeklinin Cumhuriyet idaresi olduğu, ilk cumhurbaşkanımızın Gazi Mustafa Kemal olduğu TBMM’nin 29 Ekim 1923 günü aldığı kararlarla ilan edildi.

          Ertesi gün “Gazi, 30 Ekim sabahı İsmet Paşa’yı köşke davet etti. Misafir salonuna aldı. Genel durum hakkında Bakanlıklara incelemeler yaptırmış, Türkiye’nin röntgenini çektirmişti. Raporlar sehpanın üzerindeydi.

          “Sevgili paşam,” dedi. “Cumhuriyetin ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü size anlattım. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Sorunlarımız ne kadar çok, imkanlarımız ne kadar az, bilmeni istiyorum.

          Bize yazık ki geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.

          Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. Kışın batağa dönüştüğü için geçilmesi çok zor. 4000 km kadar demiryolu var Anadolu’da. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz bir demiryolu ağı. Bu ülkenin kuzeyini güneyine batısını doğusuna bağlamamız, vatan bütünlüğünü sağlamamız şart.

          Denizciliğimiz acınacak durumda.

          Köylümüzü herhalde topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de insanlıkla da bağdaşmaz. Sen de ben de o cephede çalıştık. Durumu yakından gördük. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.

           Her yerde tefeciler halkı eziyor. Çok az tarım mühendisimiz var. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getiriyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.

            Şu an doktor sayımız 337, sağlık memuru sayısı 434, 150 kadar ilçede doktor yok. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanları kırıyor. Ebe sayısı çok az… Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde.  Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta denebilir. Bebek ölüm oranı %60’ı geçiyormuş.

            Telefon, motor, makine ok denecek düzeyde. Teknolojiden yoksun bir ülkeyiz. Bütün sanayi ürünlerini dışarıdan, kiremidi bile dışarıdan alıyoruz.

            İktisadi hayatımız da eğitim durumumu da içler acısı bir halde. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş bir sorun olarak duruyor. Oysa Cumhuriyeti yaşatmak için onun insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeyiz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için, iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği çok geç fark etti. Fark ettiği zaman da çok geç kalmıştı.

            Bu ana kadar ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız.  Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcın olsun!”

             Cumhurbaşkanı, İsmet Paşa ile aralarında geçen bu konuşmadan sonra İsmet Paşa’yı Başbakanlığa atadığını Meclis Başkanlığına bildiriyor. Atama ve ilk Bakanlar Kurulu listesi öğleden sonra Meclis’te okunuyor, böylece İsmet Paşa ilk Başbakan oluyor.

             Siyasal Bağımsızlığı Ekonomik Bağımsızlıkla Korumak  

            Cumhuriyetin mimarları bileceğimiz Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü, birlikte hareket ederek ve uluslarına güvenmiş Türk insanlarının çalışkanlıklarını, özverilerini yanlarına alarak ülkelerini bayındır kılmak savaşımı vermek kadar kültürel, sosyal devrimleri de gerçekleştirmek başarısını kısa zamanda kazandılar. Osmanlı’nın kendilerine bıraktığı ülkeyi ekonomik tesisler kurarak kalkındırmanın, bayındır kılmanın, insanlarımızın refah düzeylerini artırmanın başarılarını sağladılar.

            Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde  bu yıllarda başarılmış pek çok esere,  birkaç örnek de verilebilir:  1924 yılında; Ankara Fişek Fabrikası, Gölcük Tersanesi , 1925 yılında; Şakir Zümre Fabrikası, Eskişehir Hava Tamirhanesi, 1926 yılında; Alpullu Şeker Fabrikası, Uşak Şeker Fabrikası, Kırıkkale Mühimmat  Fabrikası, Eskişehir Kiremit Fabrikası,  1927 yılında; Bünyan Dokuma Fabrikası, 1928 yılında; Ankara Çimento fabrikası Kırıkkale  Elektrik ve Çelik Fabrikası, 1929 yılında Ankara Havagazı Fabrikası, 1934 yılında; İzmit Kağıt Fabrikası,  Eskişehir Şeker Fabrikası, Turhal Şeker Fabrikası,  Kayaş Kapsül Fabrikası, Konya Ereğli Bez Fabrikası, Bakırköy Bez Fabrikası, Bursa Süt Fabrikası, İzmit Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası, Keçiborlu Kükürt Fabrikası, Isparta gül yağı fabrikası, Ankara, Sivas, Konya ve Eskişehir buğday siloları, Kayseri Bez Fabrikası,  1935 yılında; Nazilli Basma Fabrikası, Bursa Merinos Fabrikası, Gemlik Suni İpek Fabrikası, Keçiborlu Kükürt Fabrikası, Zonguldak Taşkömürü Fabrikası, 1936 yılında; Ankara Çubuk Barajı, Nuri Demirağ Uçak Fabrikası, Malatya, Bitlis  Sigara Fabrikaları, Malatya Bez Fabrikası, 1937 yılında; Karabük Demir Çelik Fabrikası, Afyon, Polatlı, Yerköy buğday siloları, 1938 yılında; İzmir Klor Fabrikası sayacağımız  örnek tesislerdendir.

             Osmanlı döneminde alınan, köylünün yetiştirdiği ürününün %10’u oranındaki Aşar Vergisi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1925 yılında kaldırılarak köylünün geniş bir nefes alması başarıldı.  1925 yılında Atatürk Orman Çiftliği açıldı, yurdun değişik bölgelerinde Devlet Üretme Çiftlikleri kuruldu. 1932 yılında Buğday Kanunu çıkarılarak, buğdaya alım garantisi verildi. 1927 yılında Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü ve Veterinerlik Okulu açıldı.  1936 yılında Tarım Kredi Kooperatifi, 1938 yılında Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu. 1923-1938 yılları arasında 3,7 milyon dönüm toprak çiftçiye dağıtıldı.  Bir dönem her birimizin tekrarladığı “Türkiye, tarım ürünlerinde kendisine yeterli dünyanın yedi ülkesinden biridir.” sözü böyle oluştu.

             Sıtma, frengi, trahom, verem gibi hastalıklardan insanlarımızın korunmasının adımları atıldı, 1928 yılında Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi açıldı, yerli aşı üretimine başlandı, yurdun her köşesinde bulaşıcı hastalıklarla mücadele dernekleri kuruldu, hastalıklar önlendi.

             1923 yılında Konya Şimendifer Mektebi açıldı.  Anadolu’nun değişik bölgelerinde, İzmir-Aydın hattında, Bursa-Mudanya hattında, Rumeli’de, Ankara-Konya-Sivas-Erzurum hattında, Eskişehir-Konya hattında, Samsun-Çarşamba hattında, Haydarpaşa ve Ankara hattında binlerce kilometre demiryolu ağı döşendi. Önceki dönemlerde yabancı şirketlerce işletilen limanlar, maden ocakları, demiryolları ve ulaşım hatları millileştirildi. Osmanlı’nın bıraktığı Düyun-u Umumiye borçları ödemesi sürdürüldü.

             O dönemlerin Türk lirası yabancı devlet paraları önünde değer görür yerdeydi.

             Sayabildiğimiz bu başarıların temelindeyse henüz Lozan Barış Antlaşması’nın dahi imzalanmadığı ve Cumhuriyet’in ilan edilmediği tarihlerde toplanan (17 Şubat/4 Mart 1923) İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar saklıdır. Bu kongreye temel olan düşünce, Kurtuluş Savaşı ile kazanılan siyasal bağımsızlığı ekonomik bağımsızlık ile korumayı öngörmüş olmaktır.  Bu kongrede alınan kararlara göre, ülke kalkınmasında özel teşebbüse kredi sağlayacak bir devlet bankası kurulmalı, devlet iktisadi alandaki yerini almalı ve özel sektörün gerçekleştiremediği yatırımlar devlet eliyle yapılmalıdır. Ulaşıma önem verilerek demiryolu inşaatı programa bağlanmalıdır

              Cumhuriyet döneminde devletimizin öncülüğünde kurulmuş sanayi tesisleri, büyük bayındırlık hizmetleri, inşa edilen demiryolları ve açılan karayolları ulusumuzun ekonomik bağımsızlığını sağlamak amacıyla var edilmiştir. Bu amaçla açılmış Ziraat Bankası, T.C. Merkez Bankası, İş Bankası, Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası, Sümerbank, Halk Bankası İller Bankası gibi bankalar da özel teşebbüse kredi vermenin kolaylığını göstermekten geri kalmamışlardır.  Bu dönemlerin başarıları ile ülkemiz gelişmiş ülkeler sıralamasına girmeyi bilmiştir.

             Ne var ki Cumhuriyet’in bu birikimleri, ulusal varlıklarımız, can damarlarımızı oluşturan sanayi kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri son yıllarımızda ‘özelleştirme’ adıyla yok pahasına elden çıkarıldı. Özelleştirmelerle şekerden kâğıda, buğdaydan gübreye dek her konuda dışa bağımlılık oluştu.  Ülkemiz de üretimden düşürülmüş oldu, giderek bir büyük ekonomik buhrana   çekilmiş oldu.

              Üretim Ekonomisinden Kopmanın Bedeli Ağırdır

              Bu gerçekler önünde, 10 Kasım 2021 günlü Cumhuriyet gazetesinde Sayın Hikmet Altınkaynak’ın “Atatürk, İnönü’yü Neden Başbakan Olarak Atadı?” başlıklı yazısının son bölümüne eğilmemiz gerekecek: “Türkiye, nereden nereye geldi?  Bu bağımsızlık, bu gelişme Atatürk’le, Cumhuriyet’le gerçekleşti. Bu nedenle öncelikle iktidarın bilimden, demokrasiden, çağdaşlıktan, hukuktan, laiklikten, dürüstlükten ayrılmaması gerekir. Atatürk ve İnönü’den öğrenecekleri daha çok şey var.” diyor yazar.

             Kanımızca Atatürk’ten ve İnönü’den öğreneceklerimizi aynı gazetede 01 Aralık 2021 günü yayımladığı “Üretim Ekonomisine Nasıl Geçilir?” başlıklı yazısında Sayın Prof. Dr. Barış Doster gösteriyor: “Üretime ekonomisinden kopmanın bedeli ağırdır. Üretime dayanmayan ve milli olmayan bir ekonomiyle, güçlü bir ulusdevlet olmak mümkün değildir. Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından başlayan ABD’yle yakınlaşma süreci, 1950’de Demokrat Parti iktidarı ile daha da hızlanmıştır. 1952’de NATO üyeliğiyle birlikte ise Soğuk Savaş’ın düşünce kalıplarına teslim olmuştur. ABD emperyalizminin Türkiye’de gelişen nüfuzu, ‘Küçük Amerika olma’ sevdası, ‘her mahallede bir milyoner yaratma’ iddiası, Türkiye’yi çıkmaza sürüklemiştir…Onlardır Türkiye’yi planlı kalkınmadan, ekonomide devletçi politikalardan, sanayileşme hedefinden, kamu girişimciliğinden, KİT’lerden, demiryollarına öncelik vermekten vazgeçirenler…Sonuçta, Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra ülkemize gelen ABD’li heyetlerin raporları, sanayi tesislerini, demiryollarını yenmiştir. Bugün yaşadıklarımız, o yanlış tercihle başlayan sürecin sonucudur.”

               Demek ki ‘Fikrimizin Rehberi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ adlı yapıtın yazarı Sayın Dr. Erol Mütercimler’in de saptamasıyla “1946 sonrası Türkiye’deki yönetim hataları ve teslimiyet Curzon’u haklı çıkarmıştır.” (Alfa Yayınevi, Sayfa:784) Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını   yitirme tehlikesine taşıyan nedenler; Lozan’da, Lord Curzon’un öngördükleri bugün ülkemiz insanlarına yaşatılır olmuştur…

              Bu duygu ve düşüncelerle 25 Aralık 1973 günü yitirdiğimiz İsmet İnönü’yü vefatının 48. Yıldönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz.

  Bu yazı 2227 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI