Bugun...

TÜRK’ÜN GÜNEŞİ DOĞUNCA

 Tarih: 27-11-2021 13:19:00
RUFAT ŞENER

           “Dağ Başını Duman Almış” marşının Millî Mücadele günlerinde önemli bir yeri vardır. Atatürk; ölümünden bir yıl önce, Ankara’da öğrenimde bulunan Bursalı gençlerin 26-03-1937 tarihinde düzenledikleri Uludağ Gecesi’nde, Millî Mücadele günlerinde Anadolu’nun içlerine kırık bir otomobille giderken yanındaki arkadaşları Cevat Abbas ile Salih Bozok’a bu marşı nasıl söylettiğini anlatıyor:

          “Arkadaşlar, ben 1919 senesi mayısı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde hiçbir maddi kuvvet yoktu. Yalnız Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek bir manevi kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. Samsun’dan Anadolu içlerine kırık bir otomobille gidiyordum. Yanımda öteden beri yaverliğimi yapan Salih veya Cevat Abbas’tan biri bulunuyordu. O kırık otomobil Anadolu yollarında ilerlerken ben daima düşünür ve yaverime şimdi sizin terennüm ettiğiniz şarkıyı söyletirdim. Ben Türk ufuklarından bir gün behemehal bir güneş doğacağına, bunun hareket ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu adeta gözlerimle görüyordum. O şarkıyı okutup tekrar ettirmekten maksadım Türk’ün bu güneşi doğunca muvaffak olacağını anlatmaktı. Bu sebepledir ki demin söylenen şarkı benim on sekiz senelik bir hatıramı tazeledi. Bu şarkıyı söylemeye ön ayak olan genç bayana teşekkür ederim.”

           Mustafa Kemal’in bu anısında umutla kullandığı “Türk’ün güneşi” sözü, hiç kuşku yok ki Ulusal Kurtuluş Savaşımızın zaferle sona ereceği günlerde doğacak güneşi, yazgımızı aydınlatacak Aydınlanma Devrimi’nin her bir halkasının gerçekleşeceği günlerde doğacak güneşleri   nitelendirmekte. İşgal altındaki vatan topraklarını örten, insanlarımızın göklerini saran kara bulutların yırtılması gibi, kazandığımız zafer de Türk vatanının üstünde, Türk insanının gönlünde özgürlük güneşinin   doğuşunu, mutlu günlere kavuşmayı anlatacaktı.

            Üç yılı aşkın bir süre yaşanan Millî Mücadele ardında istilacıların yenildiklerini kabullendikleri Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, mütarekenin ulusumuza tanıdığı haklar içinde, 26 Kasım 1922 tarihinde ilçemiz Gelibolu’nun da gökleri aydınlatmıştı bu güneşle...

            Bugün Gelibolu, düşman işgalinden kurtuluşunun 99. Yıldönümünü kutluyor.

            Ulusal Kurtuluş Savaşımıza giden yol Gelibolu’da açılmıştır. Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal, adını bu topraklarda tarihe duyurmuştur. Dünyada emperyalizmi yenilgiye uğratan, sömürgecilerin yayılmacı politikalarını tarihin çöplüğüne atan, tüm mazlum ulusların esin ve güç kaynağı Mustafa Kemal Atatürk, kurduğu Cumhuriyetle ve Devrimleriyle ulusumuzun ve biz Gelibolulu yurttaşların hiç sönmeyen ışığıdır, güneşidir.

            Ulusumuzu tutsaklıktan kurtararak, demokrasinin   değerlerine göre çağdaş bir devlet kuran, laik Cumhuriyet yönetimini bizlere kazandıran Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı onurlu tarih yolunda, ilçemiz Gelibolu bugün düşman işgalinden kurtuluşunun heyecanını yaşıyor.     

             Ulusal Kurtuluş Savaşı, salt ülkemiz zenginliklerine el koyarak ulusumuzu sömürge devletlerinin tutsaklığına düşürmek isteyen dış düşmana karşı verilmiş bir mücadele olarak kalmamış; onların içerideki orta çağ kalıntısı müttefiklerine, işbirlikçilerine karşı da verilmiş bir mücadeledir. Ulusumuzun vatan sevgisi ve bağımsız yaşama isteği Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde kazanılmış zaferle aydınlanmış, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.   “Türk’ün güneşi” doğmuş, Türk bayrağı semalarımızda dalgalanma hakkını kazanmıştır! 

            Bu zaferin tabanında  93 Harbi diye adlandırdığımız Rus saldırısına karşı Erzurum’u savunan mücahit Nene Hatun, İzmir’i işgal eden Yunan’a ilk kurşunu atan gazeteci Hasan Tahsin (Osman Nevres), Mondros mütarekesinden yararlanarak Maraş’ı işgal eden Fransızlara karşı savunma veren Sütçü İmam ile  Gaziantep’i savunan Karayılan,  Aydın yöresini işgal eden  Yunan’a karşı Demirci Mehmet Efe ile  İzmir ve çevresini savunan  Gördesli Makbule ve  Ulusal Mücadele’nin kadın kahramanı Kara Fatma’nın bulunduğu  unutulmamalı. Onların her birinin Elif’ler, Mehmetçik’ler olduklarını ve zaferin tüm Türk ulusunun eseri olduğunu   unutmuyoruz.

            İşgal altındaki vatanını kurtarmak için halkıyla birlikte direniş başlatan, cesaretin ve inancın gücünü Türk Silahlı Kuvvetlerine dönüştüren Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanıldı; Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruldu.O, öncüsü olduğu ve ulusumuzun bağımsızlığı için verdiği   kurtuluş mücadelesini 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin sorumluluğuna, ulusun temsilcilerinin önderliğine taşıdı.

            Bu çatı altında egemenlik hakkını padişahtan alıp ulusuna kazandırdı.

            1922 yılında, saltanatı ve padişahlığı kaldırdı.

            1923 yılında, Lozan Antlaşması’yla tüm dünyaya Türkiye’nin özgür ve bağımsız bir devlet olduğunu kabul ettirdi. 

             Çağının gereklerini kavramış Türk ulusunun yönetim şeklinin Cumhuriyet olduğunu 29 Ekim 1923 günü ilân etti; insanlarımızın kulluktan birey olmaya gidişlerinin adımlarını attı; ulusumuz onu ilk cumhurbaşkanımız seçti.

             1924 yılında, halifeliği kaldırdı; Öğretim Birliği Yasası’nın kabulüyle bilimsel ve laik eğitimin temellerini attı.

            1926 yılında, kadının ve erkeğin hukuk önünde eşit haklara sahip olduğunu Medeni Kanun’un kabul edilişiyle    gösterdi.

             1928 yılında, Türk alfabesinin kabulüne öncü oldu; köhnemiş düşünce ve kanaatlerin ördüğü cehalet duvarının yıkılmasının önderi, Başöğretmenimiz oldu.

            1934 yılında, kadınlarımızın seçme ve seçilme haklarının da öncüsüydü.

            1937 yılında, ‘laiklik’ ilkesini anayasa maddesi haline getirdi. Etnik kökeni ne olursa olsun inancı ne olursa olsun tüm yurttaşları Türk ulusu çatısı altında   birleştirdi.

            Başardığı Aydınlanma Devrimi’yle Türk ulusunun gönül tahtına oturdu; bizler ona Atatürk adını verdik.

            Bu devrimler önünde, Mustafa Kemal’in Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak amacıyla Samsun’a gitmek için yola çıktığı 16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapurunda yaşadıklarının neler olduğunu da anımsamalıyız.

            “Saat 4 sularıdır. Kaptana yola çıkmak için emir verildi. Kız Kulesi açıklarına geçildi. Daha sonra vapur durdurularak muayene ve denetlemeye alındı. Birkaç yabancı subay denetleme yapacaklardı. Bu sıkıntılı durumu Mustafa Kemal’in yaveri Muzaffer Kılıç şöyle anlatıyor:

             Bir motor tekneyle yanaşan İtilaf devletleri subayları güverteye çıktılar. Bizler, ne oluyor, bunlar ne istiyor, sorusuna cevap arar ve bakınırken Mustafa Kemal kaptana sordu:

            -Bu adamlar ne için gelmişler?

            -Efendim, silah, cephane arıyorlarmış…

    -Görevinizi yapınız, sonuçtan beni haberdar edin.

             Sonra bize döndü, Dolmabahçe önlerinde demirli bulunan yabancı zırhlıları göstererek dedi ki:

            -Bu sersem adamlar işte böyle… Yalnız demire, çeliğe ve silah gücüne dayanırlar. Maddeden başka bir şey bilmezler. Bağımsızlık ve özgürlük uğruna savaşa kararlı bir ulusun kudret ve gücünü anlamaktan acizdirler. Biz silah ve cephane değil, ülkü, inanç dolu kafa götürüyoruz.” dedi.

             Bu sözlerindeki gibi Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’ye başladığı ilk günlerde taşıdığı “ülkü ve inanç” duygusu, tüm savaş yıllarında eksik etmediği, kurduğu cumhuriyet yönetiminde ve gerçekleştirdiği Aydınlanma Devrimi’nin her halkasında güç kaynağıydı... O, her devrimci adımında   gücünü ulusundan alıyordu, ulusuna güveniyordu ve ülkemiz göklerinde “Türk’ün güneşi” doğacağı inancını taşıyordu.

          Şimdi, Bursalı gençlerin düzenlediği ‘Uludağ Gecesi’nde Atatürk’ün verdiği söylevin son bölümünü okumaya sıra geldi: “Sizler; yani, yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Ben bu akşam buraya yalnız bunu size anlatmak için gelmiş bulunuyorum. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız.  Şimdi çocuklar eğleniniz!”

           Evet, düzenledikleri Uludağ Gecesi eğlencesinde, Bursalı gençlere Atatürk’ün verdiği bu öğüt, günümüzün genç kuşaklarının da benimseyecekleri bir “ülkü ve inanç” yolu. Çünkü, gelecek genç kuşaklarımızın ellerinde var edilecek; Türkiye, onların eseri olacak. Onlar, geleceğin mimarları olarak ülkülerinden, inançlarından hiçbir koşulda geri düşmeyeceklerini bilmeliler. Yürüdükleri ülkü ve inanç yolunda, gençlerimizin yaşadıkları sorunlardan birisinin eğitim alanında olduğu bilinen bir gerçek. Ki, eğitim ortamında geleceklerini arayan ulusumuz çocukları zorlu geçen öğrenim yıllarında, pek çok zaman nitelikli eğitim alamadıklarının yakınmasını yaşıyorlar. Varsıllığını hissettikleri yetenekleri geliştirecek, aldıkları bilgi ve donanımı gösterecek bir toplum gelişmişliğinin özlemini çekiyorlar. Hatta hak ettikleri diplomalarıyla da yurt içinde istihdam edilmek sorunları yaşıyorlar.  Ülkelerinin ve kendilerinin geleceğini ilgilendiren konularda demokratik yönetim sistemleri içinde yer bulamıyorlar. Kimileri boşa geçirdiklerini düşündükleri bu gençlik günlerinin üzüntüsünü gidermek için çeşitli kötü alışkanlıklara, bağımlılıklara kapılıyor, hatta canlarına kıyıyorlar da. Bu zorluklar önünde, gençlerimiz bir an evvel yurt dışına çıkmak, geleceklerini var etmek arayışlarına giriyorlar.  Başaranlar da ulusumuzun zekâ gücünü, üretkenliğini, insanlığa olacak katkılarını yurt dışına taşıyorlar. Biz, bu sonuca kısaca ‘beyin göçü’ adını veriyoruz. Oysa gençlerimizin bu zenginliğini değerlendirmeye, onların meyveleriyle ülkemizi kalkındırmalarına o denli çok gereksinim duyuyoruz ki!

             Cumhuriyet Türkiye’si, günümüz gençlerinin   Atatürk’ün yolunda yürümekten geri kalmayacaklarını, bu yolda yorulduklarını hiç düşünmeyeceklerini   umuyor ve bekliyor. Ki, devletimizin de gençlerimizin bu beklentilerini var edecek kültürel, sosyal, ekonomik gelişmişliği üretme çabasından geri durmayacağını görmek istiyoruz.  Atatürk’ün yolunda yürüyen ve Devrimlerin anlam ve önemini kavramış gençler, Cumhuriyet Türkiye’sinin bağımsızlık ve çağdaşlık ülküsüne, parlamenter demokrasisine bağlı bireyler olarak bu çabanın içinde yer alacaklardır.    Onların yolu aydınlanma, varmak istedikleri hedef ulusumuzu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak.  Atatürk’ten esinlenirsek, her ne pahasına olursa olsun, gençlerimizin ‘varmak istedikleri gayeye’ ulaşmalarının tek yolu bedenen ve fikren ülkelerine ve uluslarına hizmet etmek bilincinde olmaları.  Yurt dışında öğrenime gönderdiği Türk gençlerine çektiği telgrafında “Sizi bir kıvılcım olarak gönderiyorum; alevler olarak geri dönmelisiniz” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda yürüyen, güçlerini akıl ve bilimden alarak, ülkelerine ve uluslarına hizmet etmek inancını taşıyan gençlerimizin bu kararlığı göstereceklerine inanıyoruz. 

            Bu duygu ve düşünceler le ilçemiz Gelibolu’nun düşman işgalinden kurtuluşunun 99. Yıldönümünü kutlar; bizlere  ülkü ve inanç aşılayan,   en karanlık günlerimizde  ‘Türkün güneşi’nin  ufuklarımızda doğacağına inanmamızı öğreten  Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün anısı önünde saygı ile eğilir; O’nun ilke ve devrimlerini,  vatanımızın birlik ve bütünlüğünü  korumak için   canlarını esirgememiş şehitlerimizi şükranla anar, bu uğurda  yaralanmış gazilerimize sağlık ve esenlik  dileklerimizi sunarız.

  Bu yazı 2059 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI