Bugun...

SAVAŞ VE BARIŞ

 Tarih: 29-08-2022 14:04:00
RUFAT ŞENER

Büyük şair Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye isimli destan türü yapıtında, vatanını işgal eden düşmanına karşı bağımsızlık savaşı veren Türk askerinin, Gazi Mustafa Kemal önderliğinde 26 Ağustos 1922 sabahında Kocatepe’den başlattığı Büyük Taarruz anını şu dizelerde anlatmaktadır:

“Düşündü birdenbire kayalardaki adam,

Kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.

Kim bilir onlar ne kadar büyük

Ne kadar uzundular?

Birçoğunun adını bilmiyordu

Yalnız Yunan’dan önce ve Seferberlik’ten evvel

Selimşahlar Çiftliği’nde ırgatlık ederken Manisa’da

Geçerdi Gediz’in sularını başı dönerek.

..….

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.

Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki

Şayak kalpaklı adam

Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel,

Rahat günlere inanıyordu.

Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki

Mavzerinin yanı başında,

Birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydı.

O, saati sordu.

Paşalar, ‘Üç’ dediler.

Sarışın bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

Eğildi, durdu.

Bıraksalar

İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak

Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.

..…..

Nurettin Eşfak baktı saatine;

-Beş otuz…

Ve başladı topçu ateşiyle

Ve fecirle birlikte büyük taarruz…”

Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ayak basışı ile başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın 30 Ağustos 1922 tarihinde utkuya eriştiği   Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın yüzüncü yıldönümünde, ulusumuzun özgür ve bağımsız yaşamak bilincini anlatan coşkulu bir söyleyiştir bu dizeler.

Bu anlatımın bir örneği de Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ’un, yayına hazırladığı Büyük Önder Mustafa Kemal’in liderlik ve komutanlık niteliklerini irdelediği; ulusumuzun bağımsızlığını nasıl var ettiği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerinin neler olması gerektiğini yorumladıkları kitabında yer almaktadır.   Sayın Başbuğ’un ‘Mustafa Kemal Anlatıyor: Savaş ve Barış’ adlı yapıtı bizim konu aldığımız bir çalışmadır. (Mustafa Kemal Anlatıyor: Savaş ve Barış, İlker Başbuğ, Kırmızı Kedi Yayınevi, Mayıs 2022 1. basım)

Bu kitabı Cumhuriyet gazetesi Kitap dergisinde yayımladığı tanıtım yazısında Sayın Prof. Dr. Barış Doster şöyle değerlendiriyor: Yazar, “Doğrudan Atatürk’ün gözünden 1. Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı sürecini inceliyor. Mustafa Kemal’in günlük notlarına, bizzat yazdığı veya yazdırdığı anılarına, söylevlerine, demeçlerine, mektuplarına, yazdığı kitaplara, yazdığı resmi yazılara, yazdığı raporlara, okuduğu kitapların üzerinde aldığı notlara, yaptığı değerlendirmelere dayanıyor. Atatürk’ün engin birikimini, geniş ilgi alanlarını, güçlü mantığını, zamanlama konusundaki dehasını, düşünsel hazırlığını, devrimci kararlılığını, cesaretini, sorun çözme yeteneğini gösteriyor okura.” diyor.

Sayın İlker Başbuğ’un anlatımıyla da “Mustafa Kemal Paşa’nın Millî Mücadele’ye başlarken yüreğinde ‘Milli sır’ olarak sakladığı ‘Yeni bir Türk devletinin’ kurulması’ ereği işleniyor bu kitapta. İleride gerçekleştireceği Türk Devrimi’nin dayanacağı felsefenin temel taşı açıklanıyor. Bu felsefenin temel taşı ‘insanın kendi   geleceğine hâkim olma’ düşüncesidir. Atatürk’ün ‘Kendini kurtarabilmek için her ferdin, mukadderatı ile bizzat ilgili olması lazımdır.’ sözleri bu düşünceyi açıkça ortaya koymaktadır. Bunun için de bilimin ve aklın rehber alınması gerekmektedir. İnsanın kendi geleceğini tayin edebilmesi ancak ‘irade sahibi olması’, ‘aklını kullanabilmesi’ ve ‘anlayış / kavrama yeteneğine sahip olması’ ile sağlanabilir. Millî Mücadele ancak azimle ve mücadele ruhuyla gerçekleştirilebilir. Mücadele kuvvet ve kudret ister.  Netice olarak, Mustafa Kemal’in ‘hayat demek, mücadele, çarpışma demektir’ ifadesi onun yaşama bakış felsefesini, bağımsızlık zaferinin de hangi koşullarda ortaya konuluşunu gösterir.” denilmektedir bu kitapta.

Ki, Mustafa Kemal bu kararlılıkla Ulusal Kurtuluş Savaşı günlerinde ‘iç cephe’yi’ kuvvetli tutmayı başarmış; kadınıyla erkeğiyle tüm ulus çocuklarına mukadderatını tayin etmek güçlülüğünü kazandırmıştır. Onlara “Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır.” diyerek, emperyalizmin de yenilebileceği, özgürlüğün kazanılacağı umudunu vermiştir. Bağımsızlığa giden yol “Ya istiklal ya ölüm!” ilkesini edinen ulusumuzca açılmıştır.

Mustafa Kemal’in ‘iç cephe’ konusunda Meclis’te verdiği tarihsel demecin önemi asla unutulmamalıdır! “Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği bir cephedir. Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu durum hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir.”

Ki, yazarımız Başbuğ’un deyişiyle “Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan başarının arkasında bulunan nedenlerden birisi de bu savaşa milletin maddi ve manevi bütün gücüyle destek vermiş olmasıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutan olarak vermiş olduğu 10 adet Tekalif-i Milliye emirleri, Kurtuluş Savaşı’nı bütün ulusun katıldığı topyekûn mücadeleye dönüştürmüştür. Yaşanan ve görülen bu tablo da bir açıdan Kurtuluş Savaşı’nın yokluklar ve zorluklar altında yürütüldüğünü bir ders şeklinde anlatmaktadır.”

Nitekim Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde ulus temsilcilerinin oluşturduğu Erzurum ve Sivas Kongresi’nin toplanması, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” ilkesi öne çıkarılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması, bu ‘iç cephe’nin hukuksal dayanağını kurar.

Meclis’in, Mustafa Kemal’e verdiği Başkomutanlık yetkisiyle ‘milli ordu’nun kurulmasının, çeşitli iç isyanların bastırılmasının, ardı sıra 1. ve 2. İnönü Savaşları’nın, Sakarya Savaşı’nın ve Büyük Taarruz ’un başarıyla sonuçlandırılmasının etken gücü de ordu-millet kaynaşmışlığı olmamış mıdır?

Bu güç kaynağı Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna açılan yolun başında vardır.

Bu noktada kitabımızdan alıntıladığımız bir anıyı da paylaşmalıyız:

“Erzurum Kongresi öncesi, 7/8 Temmuz 1919 gecesi gün ağarmaya başlarken, Mustafa Kemal Paşa, Mazhar Müfit (Kansu) ile beraber oturuyorlardı. Bir ara, Mustafa Kemal Mazhar Müfit’ten kendisine söyleyeceklerini not defterine yazmasını, ama kimseye de göstermemişini istedi.

Mustafa Kemal sigarasını birkaç kez tüttürdükten sonra şunları yazdırmıştı:

“Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır.

Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelence icap eden yapılacaktır.

Tesettür (örtünme) kalkacaktır.

Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.

Latin harfleri kabul edilecek.”

Bu sözler üzerine kalemi elinden bırakan Mazhar Müfit, ‘Kusura bakmayın ama Paşam siz de çok hayalcisiniz!’ demişse de Millî Mücadele’ye başladıkları “7/8 Temmuz gecesi Mustafa Kemal kendisinden çok emindir.” Özgüveni yüksektir.  Zaferin mutlak kazanılacağına ve vicdanında ‘milli sır’ olarak sakladığı yeni ve bağımsız bir devletin kurulacağına inanmaktadır. O’nun bu sözleri boşa çıkmamıştır da. Ulusumuzun büyük bir özveri ve kahramanca savaşımla kazandığı bağımsızlık zaferinden sonra kurduğu yeni Türkiye Cumhuriyeti; aydınlanmacı, laik ve çağdaş devlet yapısında birbirini izleyen devrimlerle   yüzümüzü ağartmış, gelecek günlerimize güvenle bakmamızı sağlamıştır.

Biz de gelecek günlerimiz için   Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın yüzüncü yıldönümünü kutladığımız 2022 yılında, Sayın İlker Başbuğ’un ‘Mustafa Kemal Anlatıyor: Savaş ve Barış’ adlı yapıtından, O’nun Atatürk ve Ulusal Kurtuluş Savaşımız hakkında değerlendirmesinin ‘sonuç’ bölümünü alıntılıyoruz:

“Büyük Taarruz ’da elde edilen zafer, tam bağımsızlığa giden yolun başlangıcı olmuştur.

‘Tam bağımsızlık denildiği zaman, doğal olarak siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri ve kültürel alanlarda tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu alanlardan herhangi birinde bağımsızlığı kaybetme, millet ve memleketin hakiki manasıyla bütün bağımsızlığını kaybetmesi demektir.’

Tam bağımsızlığın sağlanabilmesi için ise her şeyden önce ‘mali’ ve ‘iktisadi’ bağımsızlığın sağlanması zorunludur.

Büyük Taarruz ‘da elde edilen zafer aynı zamanda barışa giden yolun da başlangıcı olmuştur.

Büyük Taarruz aslında Mustafa Kemal Paşa’nın ifadesi ile Sakarya Meydan Muharebesi’nde yapılan karşı taarruzun devamı gibidir.

30 Ağustos 1922 günü icra edilen Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile de Yunan ordusunun büyük bölümü imha edilmiş ve esir alınmıştır.

Artık askeri zafer kazanılmıştır. Sıra; siyasi ve mali alanlarda kazanılacak başarıların tam bağımsızlığın gerçekleştirilmesine gelmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, 22 Eylül 1922 günü İkdam yazarı Yakup Kadri’ye bir demeç vermiştir. Demeçte sorulan sorular ve Mustafa Kemal’in bu sorulara verdiği cevaplar şöyledir:

‘Dumlupınar Meydan Savaşı kazanıldıktan sonra ordulara ‘ilk hedefin Akdeniz’ olduğunu söylemiştiniz. ‘İlk hedef’ deyimini kullanmakla izlenmesi gereken ikinci ve üçüncü hedefler bulunduğunu üstü kapalı olarak duyurduğunuz anlaşılıyor. Lütfen, bu konuda biraz bilgi verir misiniz?

-Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının görevi ‘Misak-ı Milli’ hükümlerini gerçekleştirmektir. Türk halkı alçakgönüllü, milli sınırlar içinde tüm medeni insanlar gibi tam anlamı ve kapsamıyla özgür ve bağımsız yaşayacaktır. Ancak bilirsiniz ki, askerî harekât, siyasal çalışmaların umutsuz olduğu noktada başlar. Umudun güven verici bir biçimde geri dönüşü, orduların hareketinden daha hızlı amaçlara ulaşmayı sağlayabilir.

-Bu amaçlara ordu ile ya da diplomasi yoluyla ulaşmak konumlarındaki görüşünüzü bilmek çok yararlı olur sanıyorum.

-Hiçbir zaman boş yere kan dökmek istemedik ve istemeyiz. Milletimizin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gerçek düşüncesi böyledir. Şimdiye kadar dökülen kanların sorumluları medeniyet aleminde tanınmış ise kötü olayların sürmesine gerek yoktur.’

Bu demeçte iki nokta öne çıkmaktadır:

Birincisi, askeri harekatın, siyasal çalışmaların başarılı olamadığı zorunlu durumlarda, en son çare olarak başvurulacak bir çözüm yolu olduğudur.

İkincisi ise Mustafa Kemal’in her zaman, boş yere kan dökülmesine hep karşı çıkışıdır.

Mustafa Kemal Paşa, 1922 yılında tuttuğu not defterine şunları yazmıştı:

‘15 Mayıs 1919, İzmir’i işgal.

Ben aynı günde İstanbul’u terk.

O kara günde Karadeniz’de.

Üç sene dört ay.

Bugün Akdeniz’deyim.

Medeniyet dünyasına sorarım, bu mudur medeniyet.?’

Mustafa Kemal’in derin bir muhakeme, isabetli görüş ve cüretli karar verme gibi yeteneklerinin gelişmesinde, elbette askerliğin önemi bir rolü vardı.

Mustafa Kemal askerliğe aşıktı. O, muhteşem bir askerdi. Ancak hiçbir zaman ‘militarist’ olmadı.

Mustafa Kemal’e göre savaş zorunlu ve yaşamsal olmalıydı. Milletin yaşamı tehlikeye uğramadıkça savaş cinayetti.

Mustafa Kemal belki de bu düşüncelerini ispat etmek için, ileriki yıllarda kendisine o kadar yakışan ve taşımakta o kadar haklı olduğu şanlı üniformayı giymekten kaçınmıştı.

(Türkiye Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal Paşa’ya askerlik hayatının en büyük iftihar sermayesi olarak taşıyacağı, ‘Gazilik unvanı ve mareşallik rütbesi ‘vererek   ona, Türk milletinin duyduğu sevgi ve saygıyı ölümsüzleştirmişti.)

Mustafa Kemal’i en iyi anlatacak kişi Mustafa Kemal idi:

‘Savaşçı olamam. Çünkü savaşın çok acıklı durumlarını herkesten iyi bilirim.”

Bunun içindir Atatürk, ulusuna, yurt içinde ulusal birlik ve beraberliğin korunacağı, yurt dışında ülkemiz çıkarlarının ve güvenliğinin gözetileceği “Yurtta sulh cihanda sulh!” temel ilkesini emanet etmiştir.

O’nun bu sözlerini vurgulayarak ve  ‘Mustafa Kemal Anlatıyor: Savaş ve Barış’ adlı   yapıtı tanıtarak   30 Ağustos Zafer Bayramı’nın yüzüncü yıldönümünü kutlar; Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘tam bağımsız’ ve aydınlanmacı-laik çağdaş devlet yaşamını kuran Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, onun değerli silah arkadaşlarının anıları önünde saygı ile eğilir; bu uğurda şehit düşmüşlerimize rahmet, gazilerimize şükran duygularımızı sunar;  ulusun  bağrından çıkan Türk Ordusu’nun komutan, subay, astsubay, uzman  ve erlerine  Silahlı Kuvvetler Günü’nde   saygılarımızı sunarız.

  Bu yazı 4772 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI