Bugun...

VATANIN BÜTÜNLÜĞÜNÜ KURAN LOZAN, MONTRÖ, HATAY (2)

 Tarih: 21-07-2022 19:38:00
RUFAT ŞENER

(Değerlendirmemizin ilk bölümü gazetemizin dünkü sayısında yayımlanmıştır.)

Montrö ( Montreus) Boğazlar Sözleşmesi

Lozan Barış Antlaşması’na göre, Çanakkale ve İstanbul Boğazı bir uluslararası komisyon yönetiminde olacaktı Bu statüye göre, gerek barışta gerekse savaşta her türlü ticaret ve savaş gemilerinin boğazlardan geçişi serbest olacaktı. Ancak Türkiye’nin savaşan ülke olması durumunda devletler hukukuna göre Türkiye’nin uygun önlemleri almak hakkı olacaktı. Ayrıca Boğazların iki yakası ile Marmara Denizi’ndeki adalar silahtan arındırılacak, çevredeki 20 km’lik alanın askerden arındırılması gerekecekti.. İşte bu statüyü Türkiye lehine sona erdiren ve boğazlar üzerinde Türk egemenliği kuran sözleşmedir Montrö Boğazlar

Sözleşmesi. Bu sözleşmeye göre, boğaz geçişlerinde savaş gemilerine kısıtlamalar getirilmiştir. Barış zamanında ticari gemi geçişlerine tanınan serbesti, savaş gemilerine ancak belli haklar için ve belli tonaj ve süreler için veriliyordu. Savaş zamanında ise Türkiye tarafsız ve savaş dışındaysa, savaşan devletlerin gemileri boğazlardan geçemeyecektir.. Türkiye savaşa girer veya bir savaş tehdidi ile karşılaşırsa boğazları istediği gibi açıp kapatabilecektir.

Bu sözleşmenin geçerlilik süresi 20 yıl olmasına karşın, süre bitimi 1956 yılından sonra da, bu kuralın sonlandırılması için Karadeniz’e kıyısı olan hiçbir devlet istemde bulunmamıştır. Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliği Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereği bugün de sürüyor. Ki, bu durum Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler için de bir güvenlik çemberi oluşturuyor. Bugün için de dünya barışının anahtarı görülüyor Montrö Boğazlar Sözleşmesi.

Fakat, dünyanın siyasal stratejisi değiştikçe, özellikle Bulgaristan ve Romanya’nın NATO üyesi olmasından sonra, bölgede gözü olan ABD , büyük tonajlı gemilerini bu sözleşme gereği Karadeniz’e geçiremiyor. Bugünkü işleyişin de değiştirilmesini istiyor. Sözleşmenin Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerine getirdiği kısıtlamaları kaldırmak istiyor. Büyük Ortadoğu Projesi girişiminin hızlanması için, Karadeniz havzasının, Kafkasya ve Balkanların ABD denetimine girmesi için bunu gerekli görüyor. Uzmanlara göre, bu girişimlerin bir boyutu Türkiye için bir tehdit oluşturuyor. Bu nedenle Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türk egemenliğine giren Boğazlar’da haklarımızı savunmak da ulusal görevdir. Ki, Atatürk’ün deyişleriyle “Lozan, Montrö ile taçlandırılmıştır.”

Lozan gibi Montrö de ulusal çıkarlarımızı gözeten uluslararası temel antlaşmalardır. Lozan Barış Antlaşması gibi Montrö Boğazlar Sözleşmesi de ulusumuz için vazgeçilmeyecek ve ödün verilmeyecek antlaşmalardır.

Hatay’ın Anavatana Katılması

Ulusal egemenliğimizi tamamlayan üçüncü yasal düzenleme de, Hatay’ın 1939 yılında Anavatan Türkiye’ye katılmasıdır. Hatay, Mondros Ateşkes Antlaşması gereği Fransa tarafından işgal edilmişti. Ancak Sakarya Savaşı kazanıldıktan sonra Fransa ile Ankara Antlaşması imzalanmıştı. Hatay da Fransa mandası Suriye’ye bırakılmıştı. Bölgede de özel yönetim oluşturulmuştu. Ancak Fransa’nın 1936 yıllarından sonra bölgeden çıkma kararı alması ile Hatay Sorunu doğmuştu. Olay Türkiye tarafından Milletler Cemiyetine taşındı. Bölgedeki siyasal gelişmeler gereği Türkiye, Atatürk’ün deyişiyle “Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz” diyordu. Milletler Cemiyeti’nde başta direnilmişse de Hatay’da bir özerk yönetimin kurulması başarıldı.. Sonrasında, bu Hatay Cumhuriyeti’nin, 1939 yılında aldığı Anavatan’a katılma kararı yoluyla, vatan bütünlüğümüz yönünden Lozan Antlaşması tamamlandı. Hatay ili Türkiye toprağı oldu.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Hatay’ın anavatan Türkiye’ye katılması kararı, Yüce Önder Atatürk’ün tıpkı Lozan gibi barış yoluyla sağladığı büyük zafer örnekleridir.

Dünü Unutursan Bugünü Anlayamazsın

Araştırmacı yazar merhum Metin Aydoğan’ın ‘Geri Dönüşten Çöküşe’ başlıklı eserinden bir özet verirsek “Türkiye, son 20 yıl içinde tehlikelerle dolu karmaşık bir sürece girdi. İçeride ve dışarıda kaygı verici gelişmeler oluyor. Cumhuriyet’in katılımcılığı yani ulusal egemenlik anlayışı kişi egemenliğine dönüştürüldü. Devlet işletmeleri satıldı. Madenler elden çıkarıldı. Yabancılar yoğun bir biçimde Türkiye’de toprak satın aldılar. Yabancı sermaye Türkiye ekonomisine sahip oldu. Gericilik toplumun her kesimine yayıldı. Tarikatlar arası çatışma, darbe yapmaya dek uzandı. Ordu kurumları tasfiye edildi. Hazine altınları İngiltere’ye emanet verildi. Elde kalan devlet işletmeleri Varlık Fonu adlı bir şirket yönetimine bırakıldı. Güney ve güneydoğu sınırlarımızda toprak bütünlüğümüzü savunmak için, silahlı çatışmalar içine girildi. Ege Denizi’nde Yunanlıların bize ait ada ve ada topluluklarını işgallerine göz yumuldu. Kıbrıs için pazarlıklar yapılır oldu. Doğu Akdeniz’in sularında Türkiye’nin doğalgaz sondajı yapmasına dahi engel olunur oldu. Bu gerçekler önünde de, Türkiye’de ‘tarihin tekerrürü’ diye adlandırılacak bir dönem mi başlıyor; Sevr’in siyasi ve ekonomik hedefi bugün değişik ad ve biçimde ülkemiz gündemine mi taşınıyor, diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.”

Bu nedenle kullandığımız arabaşlığı tamamlamak gerekecekse “ Bugünü anlayamazsan yarını göremezsin” diyoruz.

Çünkü, kimi çevrelerde bugün açık veya saklı bir dille Lozan ve Montrö’yü küçümseyen ve giderek bu antlaşmalara karşıtlık gösterir açıklamalar yapmaktan çekinilmiyor. Yakın geçmişte Mustafa Kemal’e kindarlığını göstermekten çekinmeyen, Ulusal Kurtuluş Savaşımız için "Keşke Yunan galip gelseydi ne hilafet yıkılırdı ne şeriat yıkılırdı.” sözleriyle de ünlenen merhum Kadir Mısıroğlu’nun “Lozan Zafer mi Hezimet mi” başlıklı bir kitap dahi yazdığı anımsanmalıdır. O, bu kitabında da “Lozan; muazzam bir imparatorluk mirasının han-ı yağmasıdır…Türkün şahsında İslam’dan intikam alınarak, bütün bir İslam dünyasının başsız bırakılmasıdır.” diyebilmek anlayışını gösteriyordu. Bu sözler, Cumhuriyet’in ne pahasına var edildiğini, kurulan yeni ulus-devlet Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘aydınlanmacı ve laik devlet ’ olmak niteminin kötülenmesinden başka bir anlam taşımıyordu.

Lozan karşıtlarının öne sürdükleri konulardan bir diğeri de Ege Denizi’ndeki adaların bu antlaşma ile elden çıkarıldığı iddiasıdır. Bu iddiayı da yanıtlayabilmek için Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın şu açıklamasını bilmek yetecektir: (Sözcü gazetesi,24 Temmuz 2021) “Ege Denizi’ndeki adalar Lozan’da elden çıkarılmadı. 12 Adalar, Osmanlı Devleti’nin 1912’de imzaladığı Uşi Antlaşması ile İtalya’ya bırakılmıştı. Kuzey Ege adalarına gelince, bunları Balkan Savaşları sırasında Yunanistan, Averof zırhlısıyla tek kurşun atmadan işgal etmiş ve asker çıkarmıştı. Osmanlı’nın buna karşı koyacak donanması yoktu.”

Sayın Şükrü Elekdağ’ın bu sözleri, Lozan’ın bir yenilgi gibi gösterilmek istenmesine verilmiş yanıt olmaktaydı. Kendi anlatımıyla bu tür tartışmalarda “Esas hedef Atatürk’tür…Atatürk sevgisi halkımızın kalbinde kök saldığı için Atatürk’e doğrudan hücum etmek yerine, onun eseri ve Türk Milleti’nin tarihindeki en büyük siyasi zafer olan Lozan Antlaşması kötüleniyor. Bu şekilde Atatürk itibarsızlaştırılmak isteniyor. Bu çevreler Atatürk’ü diktatör, faşist ve din düşmanı olarak ilan etmek istiyor.” diyen Şükrü Elekdağ, onur duyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nin ve onun kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihin gözündeki itibarını savunuyor.

Giderek Lozan Antlaşmasıyla silahsızlandırılmış Ege’deki belirli adaların bu statüsüne komşumuz Yunanistan’ın yıllardan beri riayet etmemesi, bu adalarda askeri üsler kurması ve adaları silahlandırma girişimleri Türkiye’nin siyasi ve hukuki haklarına, çıkarlarına açıkça aykırılık oluşturuyor. Yunanistan’ın bu tutum ve davranış biçimi ülkemizin milli güvenliğini tehdit etmek ve ülkeler arasında kurulmuş barışa düşmanca yaklaşmaktan öteye bir anlam taşımıyor da.

Ulusumuz dışarıda bu tür tehditler altında kalırken, ülkemiz içinde de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yanıbaşından dolanacağı eleştirileri verilen, İstanbul Boğazı’na koşut bir su kanalının açılması projesinin gündemde tutulduğu günleri yaşıyor. Bilinmelidir ki devrin büyük güçleri arasındaki bir savaşa Türkiye’nin iradesi dışında sürüklenmesine de yol açacak bu tür tasarımlara, salt askersel ve ekonomik açıdan değil dünyamızın doğal dengesini korumak için de ulusça göstereceğimiz titizliği unutmamız gerekiyor!

Bugün Lozan’ı ve Montrö’yü tartışmaya açmanın, bu antlaşmaları değerlendirir görünümüyle tarihe isimlerini yazdırmış devlet kurucularımızı karalamak istemenin kimseye yararı olmaz. Olsa olsa Lozan’ı yırtıp Sevr’i getirecek çevrelerce duyulan özleme güç verir!

İşte yaşanan bu süreçten çıkmak, Türkiye’nin çağdaş ve mutlu geleceğini kurmak için çareyi, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile emperyal odakların çıkarlarını sona erdiren Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı ışıklı ve aydınlıklı yolda aramamız gerekiyor.

Bu duygu ve düşüncelerimizle Lozan Barış Antlaşması’nın 99. Yıldönümünü kutlar; Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın önderi Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk ulusuna bağımsız ve egemen yaşama hakkı kazandıran kahramanlarımızın, Lozan Kahramanı İsmet İnönü’nün, Cumhuriyet savunuculuğu görevini yürütürken şehit düşmüş evlatlarımızın anıları önünde saygı ile eğilir, bu uğurda yaralanarak gazi olmuş evlatlarımıza sağlık, şükran ve minnet duygularımızı sunarız.

  Bu yazı 2803 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI