Bugun...

BU MEMLEKET BİZİM !

 Tarih: 01-09-2021 18:58:00
RUFAT ŞENER

         Türk şiirinin, Türkçe’nin  büyük sesi Şair Nazım Hikmet’indir aşağıdaki dizeler:

“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

          bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benzeyen toprak,

          bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

          bu davet bizim..

Yaşamak bir ağaç gibi tek  ve hür

ve  bir orman gibi kardeşçesine,

          bu hasret bizim.” 

       Bu şiirde bize ses veren  şairimizin betimlediği memleketimiz;  etnik ve inanç ayrımı görmeksizin, ortak tarihi bağlar kuran,  dilini ve kültürünü bu topraklardan alan, geleceğini bu topraklarda  var etmenin bilincine eren  insanlarımızın, Türk ulusunun üzerinde  yaşadığı bir vatandır.

           Şairimizden esinlendiğimiz memleketimiz; Türk insanının karakterini kazandığı  coğrafyasıyla, toprağıyla, deniziyle , ormanıyla , akarsu ve gölleriyle yoğurulmuş bir vatandır. Türk insanı ne ‘mavi vatan’dan ne de ‘yeşil vatan’dan ayrı bir toprağı vatan görmek ister!.

       Nitekim iki gün önce 99. yıldönümünü kutladığımız, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın   zafere erdiği  30 Ağustos’u  kadınımızla, erkeğimizle omuz omuza vererek, can vererek ter dökerek fakat özgür ve bağımsız yaşamak istenciyle  var ettik. Ulusumuz bu bilinçle üzerinde yaşadığı toprağı, vatanımızı kutsal  bildi!

          Bu vatan toprağı üzerinde ulusal egemenlik hakkına dayalı, çağdaş, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu Mustafa Kemal Atatürk.

       Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk verdi, bu topraklarda soy sop ayrımı görmeksizin yaşayan  Türk ulusunun tanımını: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti  denir.”

           O, “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” diyerek Türk insanının kimliğini gösterdi.

           O, özgür ve bağımsız bir devlet kurmayı başardıktan sonra da  “Barış, milletleri refah ve mutluluğa ulaştıran en iyi yoldur.” dedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm dünya uluslarıyla  bir arada, barış ve dayanışma duyguları içinde yaşayarak, gerek ülkemiz insanlarının  gerekse  diğer ulusların kalkınmasını başaracağına duyduğu güveni anlattı.

            O, “Türk Cumhuriyeti’nin en esaslı ilkelerinden biri olan ‘yurtta barış, dünyada barış’ ilkesi,  insanlığın ve uygarlığın refah ve ilerlemesinde en esaslı etken olsa gerektir.” dedi.  “Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş, etmekte bulunmuş olmak bizim için iftihar nedenidir. Türkiye’nin  güvenliğini amaçlayan, hiç bir milletin aleyhine olmayan bir barış politikası bizim her zaman ilkemizdir. Bizim düşüncemize göre uluslar arası siyasi güven ortamının gelişimi için, ilk  ve en önemli şart  milletlerin  hiç olmazsa barışı koruma fikrinde, samimi olarak birleşmesidir.” dedi.

           Ki,  Atatürk’ün açtığı yolda birleşen çağdaş  uluslarca da 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü, ülkemizin içine sürüklendiği acı gerçekler içinde   dün yaşadık, günün önemini vurguladık.

           Dün Anadolu’yu işgal eden ve  savaş alanında  yenilen düşmanı tarafından Nobel Barış Ödülü’ne lâyık görülen, emperyalist güçlerin esareti altında yaşayan ülkelere umut olan Mustafa Kemal “Milletin hayatı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir.” sözleriyle de savaşa karşı çıkmayı bilmiş ve bu amaçla kurduğu barış antlaşmalarının tarafı olmuştur.

           O, “Vatan sevgisi ona hizmetle ölçülür.” diyerek, çiftçimizin, işçimizin, askerimizin, memurumuzun hiçbir fedakârlıktan kaçınmaksızın fikrini, yaratıcılığını, işgücünü, emeğini, alın terini vatanın kalkınması  yolunda kullanmaktan geri kalmayacağını düşündü.

           O, “Memleket dayanışma ve birliğe muhtaçtır. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak cinayettir.” diyerek, dün olduğu gibi bugün ve her zaman Türk insanının tarih, kültür, kader birliğini parçalama istek ve  anlayışlarından  uzak durmasını istedi. 

           Bunun için de yeni Türkiye’nin  ulusal birliğinin kurulması, ülke insanının eğitim ve kültür seferberliğiyle aydınlanmasının ve  kalkınmasının yolunu açtı.  İlk iş Türk alfabesini yenilemek olmalıydı. Türk diline ve Türk insanının hançeresine uygun olmayan Arap alfabesi yerine yeni Türk alfabesi kullanılmalıydı. Bizzat bu alfabenin yapımı ve tanıtımı için de Anadolu gezilerine çıktı.  Bu gezileri içinde 2 Eylül 1928 tarihinde ilçemiz Gelibolu’yu onurlandırdı Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk.

            Bugün, Büyük Önder’in Gelibolu’yu onurlandırışının   93. yıldönümünü kutluyoruz.

            Mustafa Kemal Atatürk, ‘vatanı dış düşmandan ve istiladan’ kurtardıktan sonra, eğitim ve kültür yoluyla “milleti taassup ve fikir esaretinden’ kurtarmak için yola koyulmuştu.  Zira zaferi kalıcı kılmanın yegâne yolu olarak gördüğü ‘taassup  ve fikri esareti’ yani cehaleti tez elden yok etmek gerekiyordu. Bu amacın ilk adımı 1 Kasım1928 tarihinde  Türk alfabesinin kabul edilmesiyle atıldı.

             Türk ulusunun çağdaş uygarlık düzeyine elinde silah değil, kalem tutarak ulaşmasının yolunu açıyordu Harf Devrimi. Bu devrimin Başöğretmen’i Mustafa Kemal Atatürk’tü.

             Bu eğitimin temel amacı da, vatanımızın her köşesinde yaşayan insanlarımızın,  Türk olmak kimliğini duyumsamalarına, Cumhuriyet Türkiyesi’nin Türk vatandaşları oldukları  bilgi ve erdemini kazanmalarına  ve akılcı bir gözle yaşam gerçeklerini irdeleyip sorunlarını çözümlemelerine  dönük  oldu.

             Salt alfabemizi yenilemekle değil kısa zamanda tüm ulusu okur yazar görmek için Millet Mektepleri’nin açılışına, iş içinde insanımızı eğitmek için Köy Enstitüleri’nin – Halk Evleri’nin  kurulmasına, çiftçilerimize örnek çiftliklerin düzenlenmesine, yeni tarım ürünlerinin vatan toprağımızla tanıştırılmasına, kurulan her sanayi tesisi yanına kültür odağı yerleşim merkezleri  var edilmesine öncülük eden de  Mustafa Kemal Atatürk oldu.

            Okuma yazma oranı %3 olan bir ülkeyi eğitim seferberliği ile kalkındıran; makinisti olmayan bir ülkede uçak sanayi kuran;  kurduğu  “her fabrikayı  bir kale’ bilen ve bu fabrikaları bir eğitim yuvası gören; halkına kulluk yerine  vatandaşlık bilinci aşılayan; henüz Batı ülkelerinde bile görülmezken kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı ile erkeğiyle eş değer haklar kazandıran  insandır Mustafa Kemal Atatürk.

             Yazar Kaya Boztepe’nin deyişleriyle “Henüz ülke kurulmadan, yeni açılan Meclis’te bile dağlardan, ormanlardan, tabiattan, ağaçların suyun öneminden bahseden, kesilen bir iğde ağacı için göz yaşı döken, ağaç kesmemek için  bir evi ray sistemi ile temelinden hareket ettirerek uzağa taşıyan,  çok sevdiği köpeği öldüğü gün gözyaşı döken” insandır Mustafa Kemal Atatürk.

            21. yüzyılda ulusumuzun üzerinde yaşadığı vatan, Türkiye;  Atatürk’ün korumaya önem verdiği  toprağıyla, denizleriyle, ormanlarıyla,  akarsularıyla, çeşitli canlılarıyla  ve insanlarıyla  bir bütündür; bizim memleketimizdir.

            Ancak küresel ısınmanın ve  iklim değişikliğinin gün günden  ülkemizi de etkilediği son günlerimizde kuraklığın arttığı, buna karşın düzensiz yağışların özellikle Batı , Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde sellere, su baskınlarına  neden olduğu bilinen bir gerçek. Önü alınamayan,   çok sayıda can ve mal kayıpları getiren sellerin bir nedeni de, sık sık değişiklik yapılan imar planları, imar afları  kadar vatanımız coğrafyasının ve doğal dengenin  çeşitli  maden ocaklarıyla ve  plansız hidroelektrik santrallarıyla (HES) bozulmasına engel olamayışımız değil mi ? 

           Günümüzdeyse  vatan toprağını  kuşatan denizlerimizi, akarsu ve göllerimizi  evsel atıklar başta olmak üzere çeşitli atıklarla kirleten bizlerin tutum ve davranış biçimine sanayi kuruluşlarının zehirli atıklarını bırakması da eklenince, deniz ve akarsu kirlenmesi gözlerden saklanamaz oldu. Denizlerimizi ‘deniz salyası’ olarak adlandırılan müsilaj örttü. Denizlerimizdeki bu kirlilik bir yandan deniz canlılarını tüketirken, diğer yandan insan sağlığını tehdit etme boyutuna geldi.  Düşünelim, kendi ellerimizle mi kıydık bu sulara?

           Giderek  son günlerimizde memleketimiz ormanlarını  ateş sardı; çıra gibi yandı ormanlar…Vatanımızın cennet köşeleri cehenneme döndü. Özgürlüğün, kardeşliğin yurdu Türkiye, çevre ve doğa katliamlarını yaşadı. Kâr ve para hırsı ile doğanın dengesini bozmaktan geri kalmayışımız yetmezmiş gibi,  vatanımıza hayat kazandıran  ormanlarımız da yanarak kül oldu.  Yazar Mehmet Şakir Örs’ün deyişiyle “Yalnızca ormanlarımız yanmıyor, onlarla birlikte ekmeğimiz de aşımız da yanıyor.” demenin acılarına  düştük böylece. 

         Ulusumuz çocukları  bu orman yangınlarına duyarsız kalmadı. Vatanın sahipsiz olmadığını gösteriyordu da. Dağlarda yanan çoban ateşleri gibi memleketin her köşesinde  Saros’tan Kazdağları’na, Akkuyu’dan İkizdere’ye dek geceli gündüzlü çevre nöbetleri tutuyordu. Bu kez de düşmana karşı vatanlarının kurtuluşu için mücadele  veren dedeleri, babaları, nineleri, anneleri gibi Kuvayı Milliye ruhuyla vatanlarının yeşil örtüsünü saran yangınları söndürmek için cansiperane  çalıştı.  Ateş ortasında kalan orman işçisinin, kullandığı yangın söndürme aracını   terk etmesi ve güvenli bölgeye geçmesi  için yapılan uyarılaraysa,  verdiği “ Bunda seksen milyonun hakkı var.” karşılığı  zihinlerimize  kazındı.

          Ülkemiz yönetimleri, son yıllarımızda,  çevrenin korunması konusunda  bilime  sırtlarını dönmeselerdi, bu hüzünlü günler yaşanır mıydı?  Küresel iklim değişikliğine karşı alınacak önlemler yetkililerce önceden düşünülmüş ve alınmış olsaydı, ülkemiz insanları ve doğal kaynaklarımız bu denli zarar görür müydü?  Ormanlarımızın korunması için olası yatırımlar yapılsaydı, yangınlara karşı yeterli teknik donanım  sağlansaydı, ulusal varlığımız ormanlar belki bu kadar  zarar görmeyebilirdi!

          Bu doğrultuda “İstikbal göklerdedir.” diyen Mustafa Kemal Atatürk, 1925 yılında bir dernek statüsünde Türk Hava Kurumu’nu kurmuştu. Sivil havacılığın önemini göstermişti. Kurumun, memleketin ihtiyacı olduğu için  el attığı ve son yıllara dek başarıyla gerçekleştirdiği orman yangınlarını söndürme hizmeti ne yazık ki bugün elinden alınır oldu. Cumhuriyet’in kurumlarıyla hesaplaşıldı. Kurum işlevsizleştirildi.

          Ne var ki kimi çevrelerce  ileri sürülen yangınların bir sabotaj   olduğu, insan eliyle kasıtlı üretildiği ve ulusumuzun birlik ve bütünlüğüne  yönelik olduğu savlarının gerçek olabileceğini  de  Cumhuriyet Türkiye’si mensubu insanlarımızdan ummuyor ve beklemediğimizi  de açıklamak isteriz!

          Atatürk bize öğretti, nefret dilinden uzak olmayı. Kendimizin etnik özelliğinde ve inancında olmayan insanların da bizimle birlikte, ‘bir orman gibi kardeşçesine’ yaşadığı, varlığını adadığı bu vatanda Türk ulusu kimliği altında yaşadığını.

           Bu topraklar üstünde yaşayan , Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran ve bu devlete vatandaşlık bağı ile bağlı her Türk, vatanını kutsal görür ve korunmasına değer verir. Onun özünde  gözünü kırpmaksızın vatanı için can veren Türk insanının ruhu yaşar! Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kuruluş ilkelerini, Türk vatandaşlığı hukukunu korumak için de bu ruha saygılı olmayı bilmek zorundayız! Bu duygu ve düşüncelerle ilçemiz Gelibolu’yu onurlandırışının 93. yıldönümünde Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e  ve bize bu vatanı armağan eden atalarımıza, şehit ve gazilerimize şükran ve minnet duygularımızı sunar, anıları önünde saygı ile eğiliriz.

  Bu yazı 1512 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI