Bugun...

ANNELERİN EN BÜYÜĞÜ ZÜBEYDE HANIM

 Tarih: 13-01-2023 18:29:00
RUFAT ŞENER

Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi, ‘Annelerin En Büyüğü’ Zübeyde Hanım’ı, 14 Ocak 1923 tarihinde vefat edişinin 100. yıldönümünde saygı , minnet ve rahmetle anıyoruz.

Zübeyde Hanım 66 yaşında İzmir’de yaşama gözlerini yumdu; o günlerde Eskişehir yolunda görev gezisinde bulunan Mustafa Kemal cenaze törenine katılamadı.

14 Ocak’ta Zübeyde Hanım’ın ölüm haberini alan Atatürk, 15 Ocak’ta İzmir’deki başyaveri Salih Bey’e şu telgrafı çeker:

“Verdiğiniz elim haber, beni çok üzdü. Merhumenin münasip bir tarazda defin merasimini yaptırınız. Cenabı Hak, millete hayat ve selamet versin.”

Annesinin yasını tutamadan, Batı Anadolu’da görev gezisine devam eden Mustafa Kemal Atatürk, bu konuda ilerleyen yıllarda şunları söyleyecektir:

“Erkek her şey olabilir. Ama olamadığı bir şey vardır ki dünyada erişilecek en büyük kuvvet ve şeref onda mevcuttur. Efendiler; erkek her şey olabilir, yalnız ana olamaz! Onun için kadın erkekten önce gelir. Bundan dolayıdır ki uygar toplumlarda erkek, her zaman kadına saygı göstermekle yükümlüdür.” (Bütün Dünya dergisi, 2023 Ocak ayı Ömer Dedeoğlu)

Annelerin en büyüğü Zübeyde Hanım 1940 yılında İzmir’in Karşıyaka ilçesinde yaptırılan anıtmezarında yatmaktadır.

Türk ulusu için değil, tüm insanlık için özgürlük ve bağımsızlık içinde gönençle yaşama yolunu gösteren Atatürk’ü insanlığa armağan eden ‘Yüksek Türk Kadını’ Zübeyde Hanım’ı, ölümünün 100. yıldönümünde saygı ve gönül borcu ile anarken, Atatürk’ün kaleminden annesini tanıyalım:

Bu amaçla Cumhuriyet tarihçisi Sayın Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın ‘Cumhuriyet Çınarı, Atatürk’ün Uygarlık Tasarımı’ adlı yapıtından yaptığımız alıntıyı sunuyoruz: ( Cem Yayınevi, 2003 yılı 1.basım, sayfa:345/346)

“Mustafa Kemal, ancak özgür düşüncelere sahip insanların yurtlarına yararlı olabileceğini, yurtlarını kurtarma gücüne sahip olabileceğini düşünen bir genç subaydı. Bu inançla kurduğu Vatan ve Hürriyet örgütünü, asıl Makedonya’da geliştirmek üzere, sürgün yeri olarak görevlendirildiği Suriye’den Selanik’e gitme yollarını aradı. İttihat Terakki’nin de Paris’ten bu bölgeye kol attığını biliyordu.

“Hürriyetçi” olarak bilinen bir genç kurmay subayın Selanik’e izinli gitmesine olanak yoktu. Ama Mustafa Kemal gizli de olsa gidecekti. Yasa dışı da olsa bu kaçışı yurda bir hizmet sayıyordu. O’nun gözünde ulusuna zulmeden bir iktidar ve hükümet, hiçbir zaman meşru olamazdı. Mustafa Kemal’in ‘zulme karşı direniş’i en temel insan hakkı sayan bu anlayışı, uygar toplumlarda ancak kırk yıl sonra, yani iki dünya savaşının yıkımları yaşandıktan sonra yer edebilecektir.

Selanik’te hiç beklemediği bir sırada oğlunu karşısında gören Zübeyde Hanım’ın:

‘Ne cesaretle buraya geldin oğlum? Hem nasıl geldin? Devletin ve padişah efendimizin arzusuna aykırı bir iş yapmayasın?’ sorgulamalarına şu yanıtı veriyordu:

‘Merak etme anne, gönlünü ferah tut; benim buraya gelmem gerekliydi, onun için geldim. Padişah efendimizin ne olduğunu şimdi değil, ama yakın zamanda sana göstereceğim.’

Atatürk, anne-babalarla çocuklar arasındaki ilişkiler konusunda da, bu ilişkilerin, çocuğun katılım ve girişim yeteneğini geliştirici, onun kendi zamanının gereklerine göre yetişmesine olanak verici olmasını, ama aynı zamanda anne-babayı incitmeyecek bir biçimde yürümesini gerekli gördüğünü belirtir.

Kendisinin de, yaşamının özel koşulları içinde böyle bir aile ortamı bulabileceğini şöyle yazmaktadır:

‘Çocukluğundan beri bir huyum vardır. Oturduğum evde ne anne, ne kız kardeş ne de sevdiğim arkadaşlarla birlikte bulunmaktan hoşlanmam. Yalnız ve bağımsız bulunmayı, çocukluğumdan çıktığım zamandan beri hep yeğlemiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır. Tuhaf bir tutumum daha var: Ne anne ne erken ölmüş babamın, ne kardeş ne de yakın akrabanın, kendi düşünüş ve önermelerine göre bana şunu ya da bunu salık vermesine ve öğütte bulunmasına katlanmam. Aile arasında yaşayanlar çok iyi bilirler ki, sağdan soldan pek temiz ve içten uyarılardan

kendilerini sakınamazlar. Bu durum karşısında iki davranış yolundan birini seçmek zorunludur: Ya uymak ya da bütün bu uyarı ve öğütleri hiçe saymak. Bence ikisi de doğru değildir. Uymak nasıl olur? En aşağı benimle yirmi beş yaş farkı olan annemin uyarılarına uymak, geçmişe geri dönmek olmaz mı? Baş kaldırmak? Erdemine, iyi niyetine, yüksek kadınlığına inandığım annemin gönlünü almak, düşüncesini altüst etmektir. Bunu da doğru bulmam!”

Ancak burada annemin ve kız kardeşimin devrim işlerinde bana inandıklarını ve hizmet ettiklerini de anmalıyım. Meşruiyetin ilanından çok önce bir gece bizim evde bir toplantı yapmıştım… Bizim görüştüğümüz odaya bakan hizmetçi anneme haber vermiş…(Toplantıdan sonra) Uyumakta olduğunu sandığım annem yanıma geldi ve bana dedi ki:

-Çocuğum, bir şey anlamak istiyorum. Sen ve senin arkadaşların yedi evliya kuvvetindeki padişaha isyan mı ediyorsunuz?

Anneme ne düşündüğümü ne yapmak istediğimi söylemiyordum. Ama bizim o akşamki toplantımızı görüp her şeyi öğrendikten sonra, artık gerçeği annemden ve kız kardeşimden gizlemeye gerek görmedim, tersine onları aydınlatmayı yeğledim.

‘Evet anne, dedim; senin yedi evliya kuvvetinde sandığın adamın hiçbir gücü yoktur. Biz burada toplanan insanlar ülkeyi bu zalimlerden kurtarmak istiyoruz. Senin aklın buna ermeyebilir, ya da çocuğun olduğumu unutarak gider o evliyalara karışırsın.’

Annem o zaman dedi ki:

‘Çocuğum siz deneyimsizsiniz, madem böyle şeylerle uğraşıyorsunuz, bana yaptığınız şeyleri bildiriniz ve gizli şeylerinizi bana veriniz. Çok dikkat etmelisiniz. Başarmak güçtür; yok olmak daha olasıdır. Ne yapayım, tek erkek çocuğumsun, senin yok olmanı istemiyorum, bu gücüme gidiyor.’

‘Anne dedim,. Bu işler almış yürümüştür. Ben namuslu bir adam olarak bu işlerin içinde olmak zorundayım. Beni bundan alıkoyuyor musunuz?’

‘-Hayır çocuğum; bir gün bu işler olduktan sonra, seni namus ve haysiyet sahibi olanlarla birlikte görmezsem, işte o zaman üzülürüm. Ben senin kadar okumadım, senin kadar bilmem, seni gördüğün, anladığın şeyleri yapmaktan yasaklamaya kalkışmam. Yalnız dikkat et, asıl olan başarmaktır, başarmaya çalışınız.’

Annesinin bu sözlerinin Mustafa Kemal’i derinden etkilediği görülmektedir. Şam’da sürgündeyken, kendisi gibi genç ve özgürlükçü bir genç subay olan arkadaşı Müfit, coşkulu bir biçimde ‘Kemal bey, geliniz, bu dava uğruna ölmeye ant içelim!’ deyince, Mustafa Kemal, O’nun koluna girmiş ve ‘Müfitciğim, marifet ölmek değil; marifet yaşamak ve başarmak!’ demişti.

1937’de kendisiyle bir görüşme yapan Amerikalı gazetecinin ‘Mutlu musunuz?’ sorusuna da, annesinin uyarısını anımsatırcasına şu yanıtı vermiştir: ‘Mutluyum, çünkü başardım!’

Evet, Mustafa Kemal Atatürk başardı; ulusal, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni ulusumuza armağan etti.

Savaş alanında zafer kazanılmış ama daha Lozan Antlaşması’nın imzalanmadığı, Cumhuriyet’in kurulmadığı günlerde, Türk ulusunun vatan toprağına emanet ettiği Zübeyde Hanım’ı, defin töreninden ancak on iki gün sonra kabri başında ziyaret edebilen Mustafa Kemal şöyle diyordu: “Annemin kaybından şüphesiz çok üzüntülüyüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni avutan bir konu vardır ki, o da anamız vatanı yok olmaya götüren idarenin artık bir daha geri gelmemek üzere yokluk mezarına gömülmüş olduğunu görmektir. Annem, bu toprağın altında, fakat milli hakimiyet sonsuza dek devam etsin. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet milli hakimiyet sonsuza kadar devam edecektir. Annemin ruhuna ve bütün ataların ruhuna üzerime almış olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Annemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin kazandığı ve elde tuttuğu hakimiyetin korunması ve savunması gerekirse annemin yanına gitmekte asla kararsız davranmayacağım. Milli hakimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan borcum olsun.”

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, ‘milli hakimiyet’ düşüncesine dayalı bağımsız, laik, sosyal ,hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk Gençliğine armağan ve emanet etti. O’nun kurduğu Cumhuriyet, bilimsel düşünceye dayalı, egemenliğin kayıtsız koşulsuz Türk ulusuna ait olduğu laik ve demokratik bir yönetim şeklidir.

Bu duygu ve düşüncelerle vefatının 100. yıldönümünde Türk ulusunun anası, ‘Yüksek Türk Kadını’ merhum Zübeyde Hanım’ı ve Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı, şükran ve minnet duygularıyla anıyor, huzurlarında saygı ile eğiliyoruz.

  Bu yazı 3303 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI