Bugun...

ONUR GÜNÜMÜZÜN 94. YILDÖNÜMÜ

 Tarih: 01-09-2022 18:45:00
RUFAT ŞENER

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.” özdeyişi, her bireyimizin belleğine öğrenim yıllarında yazılır. Sonraki yıllarında, yaşamın karşılaştırdığı her olgu, insanın güçlüklerini bilim ve akıl terazisinde tartması gereğini öğretir de. Özgürce düşünmekle yolunu belirlemek, bilime bağlanmak duyarlılığı, sağduyu sahibi her insanımızın yaşama çizgisini düzenler.

Atatürk’ün 2 Eylül 1928 tarihinde, Cumhurbaşkanı kimliğiyle ilçemiz Gelibolu’yu onurlandırışının bir gerekçesi de, insanımıza bilim ve akıl yoluna açan yeni Türk alfabesinin tanıtım çalışmasına yorulması gerekir.

1928 yılında, Atatürk’ün yeni Türk alfabesi üzerinde çalıştığı, bilim ve sanat insanlarıyla Çankaya Köşkü’nde toplantılar düzenlediği, Sarayburnu Parkı’nda yeni bir alfabeye niçin gereksinim duyulduğunu halkımıza anlattığı günler yaşanır. Bu çalışmaların sonucunda, 1 Kasım 1928 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir yasa önerisi ile kabul edilir şimdi kullanageldiğimiz Türk alfabesi. Yüzyıllarca kullanageldiğimiz, okunması ve yazılması zor, dilimiz seslerini vermeyen Arap alfabesini bırakarak, Latin alfabesi kökenli ulusal Türk alfabesine geçişimizi sağlarız.

Yurt gezileri düzenleyerek, Türk alfabesinin hazırlık ve tanıtım çalışmalarını yürütmek için Çanakkale’ye, Tekirdağ’a gelen Mustafa Kemal, bu gezisi içinde ilçemiz Gelibolu’yu onurlandırır. O’nun bu ziyaretinin anlamını, biz Gelibolular toplumsal sorunlarımızın başında yer alan eğitime, özgür düşünceye ve bilime gösterdiğimiz duyarlılıkla incelemeyi düşünmeliyiz.

İlçemiz Gelibolu, Büyük Önder’in Gelibolu’ya gelişlerinin 94. yıldönümünü bu duygularla kutlamanın heyecanı içindedir.

Çünkü, 1923 Aydınlanma Devrimi’nin bir halkasıdır Harf Devrimi.

Cumhuriyetimizin Devrim Yasası bildiğimiz 3 Mart 1924 tarihli Öğretim Birliği Yasası ile laik eğitim değerlerini benimsemiş Türk toplumunun çağdaşlaşması, uygarlaşması yolları açıldı. Ardından 1 Kasım 1928 tarihinde Harf Devrimi yapılmakla da, Türk insanının ereğine erişmesi yolunda, kendi diline özgü yazı diline kavuşmasının anahtarı benimsendi.

Kendi dilini, kendi alfabesini kullanan Türk insanı, dünyasal yaşamın gizlerini çözmek için, aklın ve bilimin değerlerini yol gösterici seçmenin ayırdına erişti.

Bilinmelidir ki, insanlık her geçen gün, bilimde yeni ufuklara ulaşıyor; gizlerini çözdüğü evrende yaşam çevresini düzenliyor, sorunlarını gideriyor, varlığını daha mutlu ve gönençli olarak sürdürmeyi başarıyor. Türk insanının da bu bilimsel gelişmeye uzak kalmaması, kendisine ve doğasına bakışını güçlendirmesi gerekiyor; ki bunun yolu özgür düşünceden, eğitime verilecek önemden , laik kültür değerlerini benimsemekten geçiyor.

Çağdaşlaşmak, kalkınmak, yaşam kalitesini yükseltmek, demokratik toplum yapımızı düzene koyabilmek, önce birey olarak sonra ülke insanı olarak saygınlığımızı artırmak için nitelikli insana gereksinim duyuyoruz. Yani bilgili, kültürü, kişilikli, özgüveni yüksek insanlar yetiştirecek bir eğitim sistemi kurmamız gerekiyor. Bu sonucun, insanımızın salt okur yazar olmasında aranılacak bir başarı olmadığını, ancak düşün yaşamını güçlendirecek bir eğitimle insanımızın donatılmasında gerçekleşeceğini hepimiz kabul ediyoruz.

Bu nedenle Milli Eğitim izlencelerinde çocuklarımıza vereceğimiz eğitimin önemini takdir etmeliyiz.

Atatürk Devrimlerinin başlangıç halkası bildiğimiz Öğretim Birliği Yasası ile bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanırken, yetiştireceğimiz gençlerin nasıl bir ufka hazırlanacaklarının da yolu gösterilmiştir. Bu amaçla okullarımızda çağdaş bir eğitim öğretim ortamı oluşturulmuştur. Eğitimde bu yenileşme olmadan bir ülkenin çağdaşlaşmasına, kalkınmasına, demokratikleşmesine olanak bulunmadığı gerçeği kabul edilmiş, genç kuşaklara akılcı ve bilimsel eğitimin verilmesi ilkesi benimsenmiştir. Bu eğitimle Cumhuriyet rejimine bağlı, dimağları genç ve ahlaken yeni kuşakların yetiştirilmesi amaçlanmıştır.

Bu gereksinimi Mustafa Kemal Atatürk şöyle anlatır: “Bazı şeyler vardır ki bir kanunla, emirle düzeltilebilir. Ama bazı şeyler vardır ki kanunla, emirle milletçe omuz omuza boğuştuğumuz halde düzelmezler. Adam fesi atar şapkayı giyer ama alnında fesin izleri vardır. Siz sarıkla gezmeyi yasaklarsınız, kimse sarıkla dolaşmaz. Ama bazı insanların başındaki görünmeyen sarıkları yok edemezsiniz. Çünkü onlar zihniyetin içindedir. Zihniyet binlerce yılın birikimidir. Bu birikimi bir anda yok edemezsiniz. Onunla sadece boğuşursunuz. Yeni bir zihniyet, yeni bir ahlak yerleştirinceye kadar boğuşursunuz. Ve sonunda başarılı olursunuz”.

İşte, Atatürk’ün gösterdiği bağnazlık zihniyetini yaşamayacak, inançlara ve dogmalara aklını tutsak etmeyecek kuşaklar, Türkiye Cumhuriyeti’nde ilköğrenimden üniversiteye değin tüm eğitim kurumlarında laik eğitim sistemi öne çıkarılarak yetiştirilmiştir; ülkemizin geleceğini inşa edecek çocuklar bu eğitim sistemiyle çağdaş uygarlığa hazırlanmıştır. Bu amaç, referansını akıl ve bilim değerlerinden alan yeni nesiller yetiştirmiştir. Onlar, ‘medet’ umacakları gücü bilimsellikte aramışlar; akılcılığı, akla uygunluğu izlenecek yol bilerek Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş uygarlığa taşımışlardır. Başlarında görünmez sarığa, fese yer vererek değil; karanlık ve kör inançlara, bağnazlığa, çağdışılığına galebe çalan Atatürk Devrim ve İlkelerinin parlayan meşalesine yer açarak ülkelerini kalkındırmışlardır.

Bugün artık anlaşılmalıdır ki, Cumhuriyet’in sahipleri bilinecek genç kuşakların, laik eğitim müfredatları ve programları içinde. akılcı ve bilimsel bir eğitimle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” insanlar olarak yetiştirilmeleri gerekmektedir.

Nitekim Atatürk’ün Cumhuriyet’in 10. Yıl Söylevinde “Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.” sözleri, insanlarımızın Cumhuriyet tarihimizde yaşam güçlüklerini yenmek için izleyecekleri tek yol göstericilerinin aklın ve bilimin ilkeleri olduğunu vurgulamaktadır.

Unutulmamalı ki Türkiye’nin gerçek kalkınması, gelişmekte olan ülkeler sınıfından kurtulması, her şeyden önce insanımızın yetişmesine bağlıdır. Kalkınma dediğimiz ülkü, bir insan davasıdır. İnsanı kalkınmamış ulusların maddesel kalkınması yapmacık ve iğreti olur, yüzeyde kalır .

İnsanımızın kalkınması koşuldur. Bu koşul yerini bulmadıkça bocalamaktan, ulusça çıkmazlara saplanmaktan kurtulmamız olası değildir. İnsanımızın kalkınması derken eğitim öğretim yoluyla halkın gerçek anlamda uyandırılmasını ve olumlu yollara yöneltilmesini düşündüğümüz çok açıktır.

Görevimiz, bilimin yanılmaz kılavuzluğuna sığınan, aklın, fennin ve sağduyunun egemenliğine inanan gençler yetiştirmektir. Çünkü, ulusumuzun özlemi uygar olmak, özgür ve demokratik düşünce ufkunda çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmaktır .Bu başarı araştırma ve eleştirme gücüne erişmiş Türk çocuklarının bilimi üretmesiyle kazanılacaktır. Bilelim ki kendisi bilim üretmeyen toplumlar, dışarıdan teknoloji ithal etmekle kalkınamazlar.

Atatürk Türkiyesi’nin istediği insan, idealist insandır. Yani inanan, seven, bağlanan insan, heyecanlı insan, kendisini veren insan, bilgili ve yapıcı insan. Topluma yararlı, toplumsal sorunlarını kavramış; düşüncesini özgürce açıklayan ve kullanan; yaratıcı gücü gelişmiş; canlıyı, doğayı seven, koruyan; güzeli arayan; az gelişmişlik ayıbından utanan insan.

Bu insanlarımızın aklını özgürleştirmek, onları dogmatik inançlara tutsak olmaktan kurtaracak, bilimsel düşünceye tutkun, kuşku duyan ve soru sorup tartışan, eleştiren insan olacakları eğitimle yetiştirmek, Türk eğitim sisteminin temel amacı olmalıdır.

İyi yurttaş, iyi insan olmak demek, böyle ulusal ve sosyal sorumluluk anlayışına erişmiş, Cumhuriyet’e ve onun değerlerine gönül vermiş insan olmak demektir. Yarının cennet Türkiye’sini bu kişilikte çocuklarımız yaratıp kuracaklardır.

Bu seziş ve değerlendirmelerimizle Yüce Atatürk’ün ilçemiz Gelibolu’yu onurlandırışının 94. yıldönümünü kutlar, tüm yurttaşlarımıza saygılarımızı sunarız.

  Bu yazı 4531 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI