Bugun...

CUMHURİYET

 Tarih: 27-10-2022 17:06:00
RUFAT ŞENER

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan, yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” sözünü anımsayarak, 99. kuruluş yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet rejiminin siyasal ve yönetimsel çizgisini tarihi yapanlara bağlı kalarak değerlendirmek isteriz.

Bilinen gerçek, Türkiye son yıllarında Cumhuriyet’in kurucu değerlerinin yıpratılmaya çalışıldığı, Cumhuriyet’i kuran Atatürk ve dava arkadaşı İsmet İnönü’nün küçümsenmek istendiği bir tarihsel süreç yaşıyor. Türk insanının ulusal kimliği, yürüdüğü ulusal egemenlik, devrimcilik, çağdaşlık ve laiklik anlayışı gün günden çökertilmek isteniyor.

Cumhuriyet’i yıpratmak için Milli Mücadele de dahil ulusal başarılar ve kahramanlar ya görmezden geliniyor ya da birilerince anlamlarından saptırılıyor.

Cumhuriyet’e karşı saltanatı, Atatürk’e karşı Abdülhamit’i, Vahdettin’i öne çıkarmak gayretleri yaşanıyor.

Yaşadığımız tarihin ayırdına ermek, Cumhuriyet’in 99. yıldönümüne erişmemizin temelinde yatan gerçeği görebilmek içinse, Gazi Mustafa Kemal’in 1927 yılında TBMM kürsüsünde okuduğu Nutuk yapıtına bir göz atmamız yetecektir.

Atatürk, bu söylevinde vatan kurtarıcılığı kararı ile Samsun’a çıktığı 1919 yıllarında, ulusun yazgısını karartan bunalım günlerini ‘ulusun azim ve kararı ile’ aydınlığa kavuşturmuş olmak övüncünü yaşatıyordu ulusumuza! Mustafa Kemal’in söylevinde tanımladığı ülke gerçeklerine göre, savaşın mağlup devleti görülmüş Osmanlı Devleti’nin orduları dağıtılmış, ağır silahları teslim alınmıştır; topraklarımız ise savaşı kazanan devletler arasında paylaşılmaktadır.

Ulusumuz, 1. Dünya Savaşı’nın bu sonu karanlık ve acı yenilgisinden Mustafa Kemal’e inanarak ve O’nun önderliğinde yürüyerek. “Ulusan bağımsızlığını yine ulusum azim ve kararı kurtaracaktır.” diyerek Milli Mücadele’yi zafere taşıyor; bu kara günlerin aydınlanmasının erdemini gösteriyor.

“19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığımda elimde hiçbir kuvvet yoktu; yalnız Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vücudumu dolduran yüksek ve manevi kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.” diyen Mustafa Kemal Atatürk; 23 Nisan 1920’de halkın temsilcileriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kurmuş, Cumhuriyet yolunda tarihin en hızlı tam bağımsızlık zaferi olan Başkomutan Meydan Muharebesi’ni 30 Ağustos 1922’de kazanmış ve “En büyük eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti’ni 29 Ekim 1923’te ilan etmiştir.” (Yahya Aksoy, Cumhuriyet Erdemdir, Bütün Dünya dergisi 2022 yılı Ekim sayısı)

Bunun içindir savaş alanlarında kazanılmış utkular, ulusumuzun kendi kendisini yönetme hakkıyla kurduğu TBMM çatısı altında kazanılmıştır. Askersel ve siyasal utkuların gerçek sahibi kendisini yönetme hakkına sahip Türk ulusudur. Türk ordularının başkomutanlığı görevini üstlenen Gazi Mustafa Kemal, savaşın her evresinde başkanlığını üstlendiği Meclis önünde sorumluluğunun hesabını vererek ve denetimini görerek bu ulusal egemenliği yüceltmiştir. Bu ulus egemenliği, ileride adı konulacak Cumhuriyet yönetimini var etmiştir. Ki, 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Cumhuriyet yönetiminin temelinde “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur.” ilkesi yaşamaktadır.

İleride “Türk’ün atası” anlamına gelen ‘Atatürk’ soyadı verilecek Gazi Mustafa Kemal ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Gazi Mustafa Kemal’in deyişiyle “Cumhuriyet ahlaki fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir.”

“Ulusun, halk için, halk tarafından yönetilmesi” demek olan Cumhuriyet ile Osmanlı Devleti’nin monarşik yönetimi, tek kişinin hükümran olduğu devlet biçimi sona erdirilmiştir. Türk halkı kendisini yönetecek yasaları çıkarma ve bu yasalar çerçevesinde ülkeyi yönetme hakkını kendi adına kullanır olmuştur. Cumhuriyet, tek kişinin yönetimi yerine halk yönetiminin Türkiye Cumhuriyeti’nde işbaşına gelmesi demektir. Cumhuriyet yönetimiyle demokrasi kavramını da içeren bir rejim şekli kurulmuştur.

Büyük Önder, eseri Nutuk’ta “Ben ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ‘ulusal sır’ gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundayım.” sözleriyle Cumhuriyet’in içerdiği anlamı bize gösteriyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde uygulaya geldiği, temel yapı taşları bildiğimiz devrimler, Türk toplumunun siyasal ve ekonomik bakımdan çağdaşlaşması ve aydınlanması yollarını açan ilkeler, eylemler, toplumsal dönüşüm yolları olarak geleceğimizi aydınlatan birer ışığımızdır . Türkiye Cumhuriyeti adı; halkçılığıyla, laikliğiyle, bağımsızlık bilinciyle, Medeni Hukukuyla, kadın haklarıyla, düşünce ve ifade özgürlüğüyle, yeni Türk alfabesiyle, dil özleşmesiyle, kıyafet ve görünüm yenileşmesiyle tümleşen bir yaşam biçimi, dünya görüşü olarak ulusal varlığımıza yeni bir anlam kazandırmıştır. Cumhuriyet, bir kültür devrimidir.

Devrimlerin özü Cumhuriyet’in özü aydınlanma ve çağdaşlaşmadır. Yöntemi ise aklın inançtan, bilimin dinden soyutlanması, laik toplum yaşamımızın devlet düzenimize, kamu alanına ve kişinin özel yaşamına egemen kılınmasıdır.

Çağdaşlık, uygarlık yolu Cumhuriyetimiz; bir yaşam biçimi olarak benimsediğimiz, üzerine titrediğimiz devrimlerden ayrık düşünülemez. İnanmışlığımızla yüreklerimizi ısıtan, bilincimizde ışıyan Atatürk’ün, devrimler dizgesi Cumhuriyet’in ulusça var olabilmemiz için taşıdığı önem büyüktür.

O nedenledir Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı iki temel ilkeden; ilki ‘ulus egemenliği, ikincisi ‘laiklik’ ilkesinin devlet yönetimine egemen oluşudur. Unutulmamalıdır ki din devleti olan Osmanlı’dan, laik bir Türkiye Cumhuriyeti var etmek de büyük bir devrimci olan Mustafa Kemal Atatürk’ün başarısıdır. O, ‘ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiği gelişme yeteneğini’ gerçekleştirdiği Aydınlanma Devrimleriyle başarmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir.” tanımının altında yatan anlam da budur. Ulusal bağımsızlığını kazanarak egemenliğini elde eden Türk halkı, soy sop veya inanç ayrımı görmeksizin, ulus olmak bilinciyle kaynaşıp bütünleşerek, Türkiye Cumhuriyeti devletini var etmiştir. Atatürk’tür kurduğu Cumhuriyet yönetiminde, biz yurttaşları Türk ulusunun bireyleri olmak bilinciyle yaşatan.

Demek ki Cumhuriyet’in temelinde “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur.” ilkesi vardır. Bu ilke halkın kendi içinden seçtiği temsilcilerinin, milletvekillerinin TBMM çatısı altında toplanması yoluyla kullanılır. Yakın tarihe dek kendi kendisini yöneten Türk halkı, Meclis çatısı altında kabul ettiği yasaları ile devlet işlerini yürütürdü. Ne var ki 16 Nisan 2016 tarihli referandumla ülke yönetiminde bir sistem değişikliğine gidildi. Bu değişiklik gereği de 24 Haziran 2018 tarihli genel seçimle Türk halkı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen yönetim biçimini uygulamaya başladı. Bu sistem içinde milletvekillerinin oluşturduğu Meclis dışında, bu parlamentodan ayrık seçilmiş bir cumhurbaşkanı eliyle ülkenin yönetilmesine geçildi. Bu sistem içinde cumhurbaşkanı, bağlı bulunduğu siyasal partisini ve parti başkanlığını bırakmaksızın, tek başına çıkarma yetkisine sahip olduğu ‘Kanun Kuvvetinde Kararname’ ile ülke yönetiminde tartışmasız ve sorumsuz söz sahibi oldu. Bu sistemde milletvekillerinin oluşturduğu bir Bakanlar Kurulu yoktu; ama cumhurbaşkanı doğrudan ve dışarıdan atanmış bakanları (memurları-sekreterleri) eliyle ülkenin yönetim işleri yürütülüyordu. Cumhurbaşkanı hem devletin başı hem de hükümetin başıydı. Cumhurbaşkanına tek başına bütçe yapmak, koşulları oluştuğunda Olağanüstü Hal ilan etme hakkı dahi verilmişti bu sistemde; sonuçta yasa yapan meclisin ülke yönetiminde yetkisi zayıflatılmış oluyordu. Bu, ülke yönetiminin tek kişinin istencine bırakılmış olması demekti.

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun 99. yıldönümünü bu sistem içinde yaşayageliyor.

Anayasamızda yer alan Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel niteliği laiklik ilkesini tanımak için de siyaset bilimci Prof Dr. Barış Doster’den alıntıladığımız şu değerlendirmenin önemi çok büyüktür: “Laiklik; en kısa, yalın, basit tanımıyla, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Din ve vicdan özgürlüğüdür. Yurttaşların din, vicdan, inanç, inançsızlık, ibadet hürriyetinin, devletin ve yasaların güvencesinde olmasıdır. Devletin, akla ve bilime göre yönetilmesinin zeminidir. Devletin; tüm dinsel öğretilere, kurumlara karşı yansız, tarafsız, eşit uzaklıkta olmasıdır. Yönetenlerin, yönetme yetkisini Tanrısal, dinsel olmayan bir kaynaktan , yani halktan almasıdır. Dinin, devlet işlerinde etkili ve yetkili olmaması, siyasal, hukuksal alandan çıkarılması, siyasal ve hukuksal alanda devletin etkin olmamasıdır. Laik bir devlette inanç ve ibadet özgürlüğü kutsaldır, dokunulmazdır, devletin güvencesi altındadır. Din; baskı unsuru olmadığı gibi, baskı altına da alınamaz. Bu yönüyle laiklik; iç barışın, toplumsal huzurun ve ulusal bütünlüğün de temelidir.

Laiklik, demokrasi açısından da zorunludur, demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Laiklik, hukuk devleti açısından da şarttır. Laik hukuk devleti, farklı kimlikleri birbirinin üstü veya astı olarak görmez. Birini, diğerine üstün tutmaz. Bu yönde adım atanı da engeller. Göz yummaz. Herkesin dinini, inancını, ibadetini özgürce yaşamasının, baskı görmemesinin güvencesidir laiklik ve laik hukuk devleti.

Laiklik, uluslaşma ve yurttaşlık açısından da zorunludur. Çünkü, tarih boyunca, laikleşme ve uluslaşma, birlikte, el ele yürümüştür. Bu ikisi birbirini besler, destekler, güçlendirir ve pekiştirirler. Yerel, yöresel, etnik, dinsel, mezhepsel kimlikler, ulus çatısı altında buluşup ulusal bir potada sentez olarak, hemhal olarak bir kültür bilincine kavuşurlar. Tarihsel, toplumsal, siyasal, kültürel düzlemde olsun, ulus böyle oluşur. O nedenle laiklik ve yurttaşlık, ulus devletin temeli ve güvencesidir, demokrasinin de. Çünkü demokrasi, alt kimlikleri üst kimlik, ulusal kimlik, ortak kimlik çatısı altında toparlar.

Alt kimliklerin öne çıkarılması, bunların üst kimlik yerine, üst kimliği zayıflatacak şekilde güçlendirmeye çalışılması, sadece millete ve devlete değil, demokrasiye de zarar verir.

Kısacası, laikliği aşındıran, dini siyasallaştıran her adım, demokrasiyi, yurttaş kimliğini, toplumsal barışı, ulusal bütünlüğü ve ulus devleti de aşındırır. Türkiye’yi feodalizm üzerinden feodalizme götürmeyi amaçlayan emperyalizme hizmet eder.”(Cumhuriyet gazetesi,12 Ekim 2022, ‘Laiklik, yurttaşlık ve ulusallık’ başlıklı köşe yazısı)

Demek ki laiklik, Cumhuriyet’in de Atatürk Devrimlerinin de mayasında vardır.

Bu kutlama günümüzde Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusumuza seslenişi aklımıza geliyor: “Gelecek nesillerin Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilakis, Türkiye’nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakiki zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir.”(1927)

Benimsediğimiz duygu ve düşüncelerimizle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 99. yıldönümünü kutlar; ‘En büyük eserim” dediği Cumhuriyet’i bize armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’ün ve düşünce arkadaşlarının anıları önünde saygı ile eğilir; Cumhuriyetimizi korumak için can veren şehitlerimize rahmet, gazilerimize sağlık ve esenlik dileklerimizi sunarız.

  Bu yazı 4153 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI