Bugun...

ONU NİÇİN UNUTMUYORUZ?

 Tarih: 08-11-2022 19:12:00
RUFAT ŞENER

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi, bir dönem milletvekili ve Milli Birlik Komitesi üyesi Prof Nihad Reşat Belger, özel doktoru olduğu Atatürk’ün vefatından yirmi yıl sonra gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın’a verdiği mülakatın girişinde, 10 Kasım yıldönümlerinin Türk ulusu için anlamını şöyle açıklamıştır:

“Doğa kanunu gereğince 10 kasım, yer yıldızının güneş etrafında durmaksızın dinlenmeksizin dönüşlerinden her birini tekrarlarken uğrayıp geçtiği 365 günden birinin adıdır…Öteki benzerlerinden ayırtısız olarak her dönüşte o da bir daha gelecektir, bir daha gidecektir. Fakat kaderin hükmü gereğince, bir büyük matemin adı olalı beri 10 Kasım, Türk ulusu için takvimin öteki yapraklarından ayrı bir tarih manası aldı… Bu seferki gibi yirminci defa değil; iki yüzüncü iki bininci defa de gelse geçse milletimiz var oldukça 10 Kasım hep bir manada kalacaktır. Bu da ruhlarımızın kanunu gereğincedir.”

* * *

Türklerin tarihinde en büyük ‘onarım’ ve ‘dönüşüm’ olan ‘Kurtuluş ve Kuruluş’ mucizesinin liderliğini yapan Mustafa Kemal Atatürk tartışmasız ‘büyük insan’dır.

Peki ‘büyük insan’ nasıl biridir?

1964 yılında Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu,’ büyük insanı’ı şöyle anlatmıştır:

“Büyük insan odur ki sevdiklerine karşı ölünceye kadar vefalıdır; sevmediklerine kalbi pas tutmasını bilmez. Şahsi, küçük ihtiraslara yakasını kaptırmaz ve hiçbir vakit insaniyetinin, içgüdülerinin hükmü altına girmez. Her hareketine yalnız akıl, insaf ve ruh asaleti rehberlik eder, Böylelerine eskiler ‘sage’ -yani hâkim- adını verirlerdi.

Tarihçi düşünürler , eski Yunan ve Roma tarihinin ünlü şahsiyetlerini en çok bu açıdan tahlil ve muhakeme etmiştir. Bunlar arasında insanlık erdeminden yoksun bulduklarını, her ne kadar büyük zafer kazanmış serdarlar, ne kadar büyük devlet adamları olurlarsa olsunlar , onları fazla övmekten çekinmişler ve bütün hayranlıklarını ya Greklerin ‘hakim’ ya da Romalıların ‘erdemli’ dedikleri kişiler üzerinde teksif etmişlerdir. Çünkü tarihte en derin, silinmez izler bırakan büyük adamların asıl bu iki vasfı taşıyanlar olduklarını görmüşlerdir.”(Atatürk’ün İnsanlığı,,sayfa:17,18)

* * *

Psikoloji bilimi uzmanı Prof. Dr. Üstün Dökmen, çeşitli nedenlerle sevdiklerini yitirmiş, onların sağ olup olmadıklarını dahi bilemeyen, bu muğlak kayıpları ardında gözyaşı dökmekten başka umar göremeyenlerin acılarını dindirebilmesinin bir örneğini verir:

“Gelibolu zaferinden sonra Anzaklı anneler, akıbetleri hakkında bilgi sahibi olamadıkları çocuklarına ilişkin muğlak kaybın acısını yaşıyorlardı, onların kemiklerine saygı gösterilip gösterilmediğini merak ediyorlardı. Atatürk, onlara özetle, ‘Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız… Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim de evlatlarımız olmuşlardır’ diyerek mektup gönderdi. Anzaklı anneler ise yazdıkları cevabi mektupta Atatürk’e, ‘Artık siz bizim de atamızsınız’ dediler. Hiçbir psikoterapi seansı, muğlak kayıp acısını azaltmada kıtalar arasında düzenlenmiş böylesine bir törenden daha başarılı olamaz.” (Cumhuriyet gazetesi Pazar eki, 16 Ekim 2022)

Görülür ki Atatürk’ün bu ruh asaletini, erdemli insan kimliğini salt Anzaklı analar için değil, ‘omuzlar üstünde yükselmeye layık’ Türk kadını için, vatanı için gözünü kırpmadan can veren Mehmetçik için de gösterdiği; yerinde göremediği bir iğde ağacının kesilmesine veya çok sevdiği köpeğinin vefatına döktüğü gözyaşında da yaşadığı bilinen gerçeklerdendir.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın yenilmiş komutanı Venizelos’un, 1934 yılında Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdiği erdemli insandır Atatürk!

* * *

Yine 1964 yılında Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya şunları yazmıştır:

“10 Kasım bir ağlama duvarı değildir. 10 Kasım bir tapınma günü de değildir. Her yıl bu tarihte toplanan bizler, kişi olarak , toplum olarak bize hayat, hürriyet veren fikirler ve olaylar üzerinde durmak lüzumunu duyuyoruz. Bu düşünme anında görüyor ve anlıyoruz ki insanca yaşamamızı sağlayan savaşlarımız, çabalarımız; bir isimle ülküleşiyor, kavramlaşıyor, bir isimde düğümleniyor: Atatürk!

Genç kuşaklar, onun ölüm tarihinde doğmuş ve bugün otuzuna yaklaşmış (bugünse seksen dört yaşına ermiş) genç insanlar, Atatürk ve Atatürkçülük etrafında dinmek bilmeyen istismarcı bir akımın baskıları altında, haklı olarak soracaklardır:

Niçin biz Atatürk’e bu kadar bağlıyız?

Yarım yüzyılı aşan ömür rakamlarına merdiven dayamış eski’ler de bu soruya artık kesin yanıt aramak zorundadırlar.

Çünkü Atatürk, Türk Devrimi’nin ustası, gerçekleştiricisidir.

Atatürk, sürü muamelesi yapılmak istenilen bir milletin ihtilâl, istiklâl sembolüdür.

Milli şuuru, milli haysiyeti, milli vicdanı, milli namusu, milli izzetinefsi, milli gururu ( hep onun kullandığı terimlerdir bunlar) haklı bir ihtilâlin meşruiyet ilkeleri saymış bir liderdir.” (Kuvvetini Milletten Alan Lider, sayfa:141)

* * *

Tarihte bir şahsiyet anlatılırken sık başvurulan bir yol onu başkalarıyla karşılaştırmaktır. Bu yoldan kıyaslamalar, o şahsiyetin çağdaşlarıyla olduğu kadar, ondan önce ve sonra yaşayanlarla da yapılmaktadır. Yazar Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı ünlü yapıtına bu türden bir karşılaştırma ile başlamıştır:

“Asıl mesele O’nun “olmasında” veya “olmamasında” idi. 1914’te Osmanlı devletinin söz sahibinin Enver yerine Kemal olduğunu, 1919’da Samsun’a Kemal yerine Enver’in ayak bastığını tasarlayınız. Türk tarihinin gidişi başka türlü olurdu. Büyük fırsatlar fani şahıslara bir milletin kaderini iyiye veya kötüye doğru değiştirmek imkanını verebilir.”

Yazarın bu karşılaştırmanın kahramanı Mustafa Kemal Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na başlamak için çıktığı Samsun’dan Türk tarihine bir güneş gibi doğmuş, ulusunun yazgısını yenilemiş, Büyük Zafer’in Başkomutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu bir devrimci lider olmuştur. Diğer kişinin geçirdiği, ayağı yere basmayan serüveniyse tarih çok ayrı bir sayfaya yazmak zorunda kalacaktır.

* * *

“O, Gazi Mustafa Kemal’di. 1911-1922 arasında, aralıksız savaşın içindeydi. Oralarda gazi oldu. Ama hayatla ve bu dünya ile kavgalı değildi. Salıncakta sallanırken de mutluydu dans ederken de…Yüzerken de neşeliydi zeybek oynarken de…O, zaman ve mekân ötesiydi.

Bugün çiftçiler milyonlarca lira borç ile hayata küstürülmüşken, tarımın geleceği umutsuzken, o tarlalarda çiftçi dertlerini dinliyordu.

O, ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.’ diyor ve Türk tıp dünyasına adeta doping etkisi veriyordu.

Yakın bölgemizde kalıcı ve sağlıklı ilişkileri kurmak yolunda Mustafa Kemal, Balkan Antantı ve Sadabat Paktı’yla ülkenin yakın çevresini bir huzur iklimi haline getiriyordu.” (Prof. Dr. Mithat Baydır ,Rahatsız Olmayın!, Cumhuriyet gazetesi 4 Kasım 2022)

* * *

1881 yılında, Mustafa Kemal’in doğumunun 100. yılında UNESCO ( Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) şu kararı kabul etmiştir:

“Mustafa Kemal, müstesna bir devrimci olmuştur.

Emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı ilk ulusal kurtuluş savaşını veren önder olmuştur.

İnsanlar arasında ırk, dil, din, renk farkı gözetmeksizin, işbirliği ve uyum devrinin yücelmesini hayatı boyunca öven, dünya milletleri arasında devamlı barış ve halklar arasında karşılıklı anlayış fikrinin mümtaz öncüsü olmuştur.”

* * *

Atatürk, kendisini izleyecek manevi mirasçılarını şöyle tanımlamıştır:

“Ben, manevi miras olarak hiçbir nas-ı katı’ı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış düstur bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülat önünde, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telakkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilim rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”(İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, sayfa:1)

* * *

Türk ulusunun bağrından yetiştirdiği en büyük evladıydı Mustafa Kemal; ona ‘Atatürk’ adını verdi.

Fikir ve ülküleriyle ulusumuzun belleğinde ve kalbinde yaşayan, bizlere “Ne mutlu Türk’üm!” diyebilmek övüncünü yaşatan Mustafa Kemal Atatürk’ü, 10 Kasım 1938 tarihinde sonsuzluğa göçüşünün 84. yıldönümünde anıyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve yüceltmek, Atatürk İlke ve Devrimlerini sonsuza dek yaşatmak, Türk gençliğinin birinci görevidir.

Geri kalmışlığımızdan aydınlığa açılan kapıda , Türk ulusunun büyük önderi Mustafa Kemal Atatürk, sürekli değişim ve gelişimi öngören, halka mal olan aydınlanma istencinin adıdır.

Ufkun ötesini gören , cesur ve kararlı bir devrimci olan Mustafa Kemal Atatürk, aydınlanma ve çağdaşlaşma savaşçısıdır.

Atatürk, salt ulusumuzun görüşü değil, insanlık ailesinin erişmeyi dilediği dünya barışının önderi bir yüce insandır.

Bedenen aramızdan ayrılışının 84. yıldönümünde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu, Aydınlanma Devrimi’nin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.

  Bu yazı 4013 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI