Bugun...

TÜRKÇEMİZ

 Tarih: 25-09-2022 13:48:00
RUFAT ŞENER

Türk yazın sanatının önde gelen ismini tanımayanımız yoktur; roman, öykü, oyun yazarı ve şiir türünde pek çok yapıta imza atan isim şair Rıfat Ilgaz’ı!

Yıllardır sinemalarda, görsel basında izlediğimiz ‘Hababam Sınıfı’ adlı oyun dizisinden de anımsamalıyız bu toplumcu edebiyat insanını.

Bu sanatçının ‘Türkçemiz’ başlıklı şiirini alıntılıyorum:

“Annenden öğrendiğinle yetinme

Çocuğum, Türkçeni geliştir.

Durgun göklerimizce duru,

Akar sularımızla coşkulu…

Ne var ki çocuğum,

Güzellik de bakım ister!

Önce türkülerimizi öğren,

Seni büyüten ninnilerimizi belle,

Gidenlere yakılan ağıtları…

Her sözün en güzeli Türkçemizde,

Diline takılanları ayıkla,

Yabancı sözcükleri at!

Bak devrim ne güzel!

Barış, ne güzel!

Dayanışma, özgürlük…

Hele bağımsızlık!

En güzeli, sevgi!

Sev Türkçeni çocuğum!

Dilini sevenleri sev!”

Merhum Rıfat Ilgaz, savruklukla kullanageldiğimiz dilimize, genç kuşaklarımızın ilgi göstermesini istiyor bu şiirinde.

Bu gerçeğin nedenini, Milattan önceki altıncı yüzyıldan günümüze de düşünceleri yansıyan büyük Çin bilgesi, eğitimci, filozof Konfüçyüs’e yöneltilen soruda aramalıyız:

“Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?”

Konfüçyüs, yanıt vermiş: “İşe önce dili düzetmekle başlardım. Çünkü, dil bozulursa sözcükler düşünceleri anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez .Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

Konfüçyüs’ün bu karşılığının, Türk toplumunun yaşayageldiği dil sorunun aynası olduğunu düşünmemek olası değil!

Anımsamalıyız, Anadolu’ya yerleşmemizden sonra, Cumhuriyet kurulana dek Türk toplumunda yaşayan dil Osmanlıca adı ile anılırdı. Bu dil Osmanlı yönetiminin egemen olduğu coğrafyada ve içine girilen İslam uygarlığı çevrelerinde yaşanan Türkçe, Arapça ve Farsça karışımı bir dil özelliğindeydi. Bu yabancı dillerin sözcük ve kuramlarının iç içe geçtiği Osmanlıca insanlarımız arası iletişimi sağlardı. Türk insanının düşüncesini, dileğini anlatmaya, töresini, kültürünü geliştirmeye el vermeyen bu dil; devlet ve saray çevrelerinde, yazın sanatında ve seçkinler arasında kullanılmışsa da, Anadolu’nun sade insanları iletişimini Türkçe kurmayı sürdürürdü.

Osmanlıcanın saltanatı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna değin sürdü. Ta ki Türk ulusunun çağdaş uygarlığa erişmesi ereğiyle, Atatürk’ün açtığı Aydınlanma Devrimi’nin temel yapı taşı Dil Devrimi’nin başlamasına dek. Atatürk’ün Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Söylevinde belirlediği “Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.” ereği, ancak dilimizin kendi özbenliğini yeniden kazanması, insanımıza özgür düşünme yolunu açması ile başarılabilirdi. Bu erek altında, dilimizin yabancı sözcük ve kuramlardan arındırılması, özleştirilmesi, çağın yeni kazanımlarının dilimizin pınarlarından süzülerek üretilmiş sözcük ve terimlerle isimlendirilmesi emeği, ‘zengin ve işlek dilimiz’ Türkçemizin söz ve anlatım gücünü yeniledi. Türk insanına da ufkunu açmak, düşün dağarcığını geliştirmek gücünü kazandırdı.

Dilimizin kendi öz kaynakları içinde gelişip varsıl anlatım gücünü kazanması uğraşında atılmış ilk adım, 1. Türk Dil Kurultayı’nın 26 Eylül 1932 tarihinde toplanmasıdır.

Bu tarihin yıldönümleri ulusumuzun Dil Bayramı günüdür.

Bu ekin ve düşün yaşamının onurlu gününü, Türkçemizin 90. Dil Bayramı’nı kutlarız.

Büyük Atatürk’ün kuruşuna önderlik ettiği (Türk Dili Tetkik Cemiyeti) Türk Dil Kurumu’nun çalışmaları içinde, tarihine yakışır özgünlüğünü yeniden kazanan Türkçe, ulusal birlik ve beraberliğimizin simgesidir. Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın deyişiyle “Türkçem, benim ses bayrağımdır.”

Şair Yahya Kemal Beyatlı’nın “ Türkçe, ağzımda annemin sütüdür.” deyişi, insan olarak canlılığımızı sürdürebilmek yetisine, birey olarak yetişmenin duygu ve düşüncesini de katabilmek erişkinliğinde, başarıyı Türkçe’nin kazandığını gösterir. Dilimiz, duygu ve düşüncemizin aynası, ulusumuz bireyleri arasında yaşam bağıdır. Ulusal kimliğimizin gıdası, dilimiz Türkçe’nin ses ve söz kaynaklarıdır.

Tüm diller, canlı birer varlıktır. Toplumsal gelişmeler, insanın duyuş ve düşüncesinde oluşan yenileşmeler, bilimin açtığı ufukta başarılmış kazanımlar dil dağarcığımızı yeniler. Uygarlığın gelişim süreci ulusların dillerini yönlendirir. Doğal ki dilimiz Türkçe, yaşamın bu akışına ayak uydurmak zorundadır; yeter ki öz değerlerini yitirmeksizin, kirliliğe ve yozlaşmaya düşürülmeksizin anlatım gücünü geliştirebilsin.

Ulusal varlığımızın korunmasında bu denli önem taşıyan dilimiz Türkçeyi doğru ve etkin kullanmayı, onu yabancı diller kuşatması altında bir sömürge Türkçesi durumuna düşürmemeyi ulusal görev bilmeliyiz.

Dilimiz Türkçe sevgi ve özen gördükçe güçlenir, soluğunu genişletir, yaşamımızın gizlerini çözecek işlevsel ve yapısal devingenliğe kavuşur.” Güzellik de bakım ister.”

Özensiz, takıntılı ve öykünmeci (taklitçi) kullanım yanılgıları dil bilincimizi yaralar, dil kirliliği üretir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra bir kamu kurumu niteliğine dönüştürülen Türk Dil Kurumu yerine dilseverlerin kurduğu Dil Derneği Başkanı Sayın Sevgi Özel’in deyişiyle “Dil kirlenmesi kan kirlenmesi gibidir.” Dili kirlenmiş kişinin düşünce ufku daralır, yeşerip boy attığı, uygarlığını geliştirdiği yurt topraklarında, ulusuna beslediği sevgi bağları çözülür. Diline önem vermeyen ulus, başka ulusların düşünce yaşamlarının, ekinlerinin (kültürlerinin) etkisinde kalır, kimliğini yitirir.

Ne yazık ki, bugün de dilimizin eski günlerin karmaşasına tekrar düştüğünü görüyoruz. Tekrar ismini anarsak Sevgi Özel’in deyişiyle “Türkçe, dilim dilim!”

Dün Arapça ve Farsça etkisi altına girmiş dilimizin bugün de Batı dillerinin etkisi altına girdiğini üzülerek yaşıyoruz. Şair Rıfat Ilgaz’ın ‘inkılâp’ yerine ‘devrim’, ‘sulh’ yerine ‘barış’, ‘hürriyet’ yerine ‘özgürlük’, ‘istiklâl’ yerine ‘bağımsızlık’ sözcüklerini yeğlemesi bu dil sevgimizin bir örneği olmaktaydı. Bu anlamda Batı dillerinden aldığımız ‘performans’ yerine ‘başarım’, ‘globalleşme’ yerine ‘evrenselleşme- küreselleşme’, ‘konsept’ yerine ‘anlayış’, ‘arena’ yerine ‘alan’, ‘trend’ yerine ‘eğilim’ sözcüklerini neden kullanmayız ki? Batı kökenli yabancı sözcükler gibi Doğu dillerinden çoğu bozularak alınmış sözcüklerin kullanımında ısrarcı olmanın, ne dilimize ne düşüncemize yararı olur.

Dilimizi kendi özbenliğine kavuşturmak arayışında, işyerlerini ve toplu konut alanlarını Batı kökenli sözcüklerle isimlendirmek anlayışından, diğer yandan yabancı dillerin söz dizimi bire bir Türkçeye çevrilirken oluşan Türkçe yanlışlıklarından da kaçınmak zorundayız. Bu tür kullanımlar, öykünmeler içine düşülen dil sayrılığını körüklemiş olmaktan öteye anlam taşımıyor!

Hele hele son yıllarımızda, siyasal gerekçeleri olsa da ülkemize gelmiş sığınmacıların kullanageldikleri kendi dillerini toplum yaşamımıza dayatmalarının,

Türkçemiz üzerinde olumsuz sonuçlarını görmek için, çok uzun bir süreye gereksinim duymayacağımız belli olurken. Biz bu gidişin, toplumun dil bilincini yitirmesine ortam hazırladığını görmek zorundayız!

Ünlü dil bilimci Max Müller, ‘Türkçe kadar kolay, rahat anlaşılan ve zevk verici pek az dil vardır.… Türkçe grameri öğrenmek büyük bir bahtiyarlıktır.” diyor. Onu çağrıştıran Yazar Boran Yıldırım da “Türkçe sondan eklemli bir dildir; bu da kolayca sözcük türetebilmenin ve sözcüklerin kökenine inebilmenin yolunu açar…Türkçenin yalınlığı ve duruluğu , onu kullanana anlatım yönünden güç ve açıklık verir… Bir ulusun dili, onun benliğini ve kimliğini oluşturan birincil unsurdur ve korunması, bir ulusal var olma meselesidir.., Türkçe, başlı başına köklü ve güçlü bir dildir. Türkçeyi savunmak, devrimlere sahip çıkmak, gericiliğe ve karanlığa fırsat tanımamaktır.” sözleriyle bizleri dilimizi koruma görevine çağırıyor. (Cumhuriyet gazetesi 16 Eylül 2022, Türkçeyi Korumak Ulusal Benliği Sürdürmektir)

Bunun içindir dilimiz Türkçeyi gelecek kuşaklara aktarmak, onların düşünsel, duygusal benliklerini koruyacakları anadil bilincini yaşatmak ereğiyle Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türk demek dil demektir” öğretisine yürekten sarılıyor, Dil Bayramı’nın 90. Yıldönümünü kutluyoruz.

  Bu yazı 4385 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI