Bugun...
SON DAKİKA

İslâmî Aklın İşleyiş Biçimi (IV)

 Tarih: 25-03-2021 18:55:00
MUSTAFA TURGUT - GELİBOLU MÜFTÜSÜ

İnsanoğlu; hakikatin kaynağı, kuşatıcısı ve inşa edicisi değil, bir parçasıdır. Kendisini aşan bu mutlak hakikatin bilgisine talip olan insanoğlu, aklını vahiyle mütenasip bir şekilde kullandığı ölçüde kemâl yolunda terakkî eder. Aksi takdirde tedennî/alçalış kaçınılmaz olur.

İnsanoğlu, varlık ve bilginin ölçüsü olmadığı gibi, değerleri belirleyen merci de değil-dir. O, gayret ve niyetinin derecesiyle mütenasip olarak mecâzen kâşif konumundadır. Değerler, Şâri-i hakîki olan Cenab-ı Hak tarafından tayin edilmiştir; şâri-i mecâzî mevkiinde olan Peygamberlerin vazifesi de bu değerleri tebliğ etmek ve şer’-i şerîfi uygulama safhasında nümune-i imtisal olmaktır. İnsanoğlu hayatını bu değerlere göre tanzim etmekle mükelleftir.

Modern dönemle beraber “ilmiye” sınıfının büyük çoğunluğuna yalnızca maddî yarar ve nefsânî haz mülahazası hâkim olmuştur. Bu yargıya, aklı lâ-yüs’el bir konuma çı-karan “mealciler” başta olmak üzere nakli akla tabi kılan bütün gruplar dâhildir. Onlar için akıl, nefsânî arzuları gerçekleştirmek için uygun/kullanışlı yöntemleri bulmada araçsal işlev gören bir yetiden ibarettir. 

Harici tesirlerin sebep olduğu sun’î bir problem olan “akıl-din ikilemi”ni ortadan kal-dıracak, büyük oranda endazesini kaybetmiş müslüman bilince yeniden muhkem bir istikamet kazandıracak ve bu muvacehede bir paradigma/model inşa edecek olan kai-delerimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

5. Sırf naklî delillerle bilinebilecek bir hususu isbat için, aklî delillere başvurmak doğru değildir.

Varlıklarını Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler vasıtasıyla öğrendiğimiz peygamberlerin, meleklerin, mucizelerin, cinlerin, miracın ve kıyamet günü gibi ahvalin sübutu için aklî delillere başvurmak metodolojik bir hatadır. Bu ve buna benzer hususlara, beyan edildiği şekliyle iman etmek gerekiyor. Burada akıl, isbat aracı değil, anlama aracıdır; kalp de ilâhî tevfîk sayesinde bunu tasdîk eder.

6. İddia sahibinden “nazîr” değil, “delil” istenir.

Bu kaide, bir önceki kaidenin devamı mesabesindedir.

Bize garip bir hadise haber verildiğinde, onu nakleden şahıstan nazir değil, delil iste-meliyiz. Binaenaleyh bir kişi, “Ahirette kişinin elleri, ayakları konuşacak ve yaptığı işleri haber verecek.” (Yasin 36/65) şeklinde “garib” bir haber duyduğunda, böyle bir hadisenin daha evvel meydana gelip gelmediğini soramaz, sadece delil talep edebilir. Naklî delille sabit olan bu meseleye, varid olduğu şekliyle aynen iman etmek gerekir. Zaten iman dediğimiz hakikat tam da budur.

7. İkisi de zannî olan aklî delil ve naklî delil zahiren çeliştiğinde naklî delil tercih edilmelidir.

Fıtratı bozulmamış Müslüman aklın gereği budur.

8. Naklî delil zannî, aklî delil kat’î olsa ve ikisi zahiren çelişse aklî delil sened kabul edilir. Naklî delil de makbul bir surette tevil edilir.

Pratiğe dönük yüzü diğerlerine oranla daha baskın görünen bu son ilkeyi pratik bir misalle izah ederek yazı dizimizi bitirelim.

Kur’an-ı Kerim, Zülkarneyn kıssasını anlatırken, “Zülkarneyn batıya ulaştığında, gü-neşi kara bir balçıkta batar vaziyette buldu.” der (Kehf, 18/86). Oysa güneşin dünyaya herhangi bir şekilde temas etmediği bilinen bir gerçektir. Anlaşılır ki burada “istiare” sanatı tatbik edilmiştir. Buna binaen biz de ayet-i kerimeyi zahirî/lafzî anlamı üzere almayıp tevil eder ve şöyle deriz: “Zülkarneyn, batı istikametinde ilerleyip balçıklı bir araziye geldiği zaman, akşam üzeri güneşi, adeta o karanlık balçığın içine batar gibi gördü.”

Modern zamanların, en önemli “problem”i gibi sunulan “akıl” meselesiyle alakalı ser-dettiğim bu ölçütleri, mudakkik âlim Gazâlî, Dihlevî, Tehânevî ve Ebubekir Sifil ho-camız başta olmak üzere ulemamızın eserlerinden istifade ederek sizlerle paylaştığımı bir minnet ve şükran borcu olarak ifade etmeliyim.

Selam ve dua ile…

  Bu yazı 2540 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI