Açıklamalarımızda kullandığım ve benim de kimi alıntılar yaptığım başlığı Sayın Hanri Benazus’un ‘Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde Din Adamlarımız’ adlı yapıtından alıyorum.
Bu başlığı kullanmamın nedeniyse şu: Yakın geçmişte Ayasofya Camii’ndeki bir törende imam emeklisi Mustafa Demirkan, cemaat önünde bir konuşma yaptı. Üstelik bu konuşmasını devlet ricalinin en yüksek makamları Cumhurbaşkanı’nın ve Meclis Başkanı’nın önünde yaptı bu kişi.
Konuşmasında “Bu ve bu gibi mabetler mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze haline çevrildi” diyor, Atatürk’ü hedef alarak da “Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir? Yarabbi bir daha bu zihniyetin bu ümmetin başına gelmesini mukadder buyurma” sözlerini kullanıyor emekli imam.
Ki bu konuşmacı; Fatih Sultan Mehmet eliyle 1453 yılında İstanbul’un fethedilmesinden sonra Ayasofya’nın ‘cami’ olarak kullanılmasını, giderek Cumhuriyet kurulduktan sonra da 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müze olarak hizmet vermesi kararının alınmasını anımsatmak istiyordu. Bu karardan 86 yıl sonra, 2020 yılında Danıştay tarafından Bakanlar Kurulu kararının iptal edilmesi ardında, Cumhurbaşkanlığı Kararıyla Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması açıklanıyordu.
Önceki tarihlerde de Ayasofya’nın ‘cami’ olarak ibadete açılmasıyla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya’nın vakıf belgesinde yer aldığı ileri sürülen sözde amacına ve konumuna aykırı olarak müze yapılmasını diline dolamış ve şöyle demişti: “Bizim inancımızda vakıf malı kutsaldır, dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir. Çiğneyen lanete uğrar.”
Hatta Diyanet İşleri Başkanı’nın Ayasofya’ya imam olarak atadığı akademisyen Mehmet Boynukalın’ın, yakın geçmişte laiklik ilkesinin anayasadan çıkarılması çağrısını yaptığı da unutulmamalıdır. Anlaşılıyor ki Atatürk karşıtlığı için Ayasofya saldırı zemini görülüyor.
Konuşmacıların bu sözlerine bakıldığında açıkça Atatürk’ü hedef aldıkları görülüyor. O’nu zalim ve kafir olarak nitelendiriyorlar; vakıf belgesindeki şartları çiğnemekle suçluyorlar ve kararı alanların lanete uğrayacağını söylemekten de geri durmuyorlar. Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel anayasal özelliği laiklik ilkesini hedef almaktan kaçınmıyorlar.
Onlar, bu sözleriyle yurdumuzu işgalden kurtaran ve binlerce camide ezan okunmasını sağlayan, pek çok caminin yıkılmasını önleyip onarımını yaptıran ve restore ettiren Atatürk’e hakaret etmekten çekinmiyorlar. Atatürk olmasa ve yurdumuz işgal altında esaretini yaşasa, belki Ayasofya’nın kilise olarak kullanılabileceğini ve camiye çevrilebilen bir mekanın da bulunmayacağını düşünmüyorlar. Oysa Ayasofya’nın ‘ müze ‘ olarak kullanılması kararı ulusun egemenlik hakkıydı , yurt ve ulus yararına alınmış karardı. Kaldı ki Ayasofya’nın ibadet için ayrılmış Hünkar Kasrı bölümünde kuran ve ezan okunması engellenmemişken.
Bu kişilerin açıkça hakaret ettikleri Mustafa Kemal Atatürk’ün önderi olduğu Ulusal Kurtuluş Mücadelesine güç veren ve halkımızı bağımsız yaşamaya çağıran onlarca din adamımız vardır. Ki, bu din adamlarımızdan bazıları şu sözlerle kendilerini tarihe eriştirdiler:
Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi “Elinizde hiçbir silahınız olmasa dahi üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka fiili olarak mukabelede bulununuz.”
Denizli-Çal Müftüsü Ahmet İzzet Efendi “Çöken Saray Saltanatının yerine milletin kalbindeki iman nuru bir kat daha parlamıştır.”,
İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi “Vatan sevgisinin imandan olduğunu, İzmir’in asırlardır ezan sesleri yükselen semalarında kulakları tırmalayan çan seslerine katlanmaktansa şerefle ölerek şehadet şerbetini içmenin daha iyi olacağını…”,
Beynamlı Hacı Hüseyin Efendi “Kurtuluşun tek yolunun birlik olduğu, ailelerin ırz ve namusunun, vatanın, din ve milletin ancak el ve gönül beraberliği ile korunabileceğini, bunun için silaha sarılacak günlerin yaşandığını bilmemiz gerekir.”,
Abdurrahman Kamil Efendi “Madem ki, milletimizin şerefi, haysiyeti, istiklali tehlikeye düşmüştür, ancak bu hükümetten iyilik ummak bence abestir. Yegane kurtuluş çaresi halkımızın doğrudan doğruya, hakimiyetini eline alması ve iradesini kullanmasıdır.”,
Afyonkarahisar Müftüsü İsmail Şükrü (Çelikalay) Hoca “Efendiler bu gün yapılacak bir görev vardır. Artık öyle nazariyat, peşinde koşulacak zaman değildir. İşte ben asker kıyafetine girdim cepheye gidiyorum. Memleket ve Din kurtuluncaya kadar cephelerde düşmanla çarpışacağım. Memleketini, Dinini seven benimle gelsin.” diyorlardı. Bilmeliyiz ki Ulusal Kurtuluş Mücadelesi, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde düşmana karşı yapılan bir halk hareketidir. Bu haklı ve onurlu halk mücadelesine önderlik eden Mustafa Kemal Atatürk de halkımızın inançlarına, din duygularına saygısını övünçle anlatabilmiş bir liderdir:
“Dinin var olmadığı ya da dini değerlerin ortadan kalktığı bir toplumda , bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak aile, ahlak ve devlet kavramları da geçerliliğini yitirecek ve kısa bir süre içinde ortadan kalkmış olacaktır. Dini olmayan, dolayısıyla vicdani duyguları gelişmemiş bir insanın milletini, bayrağını sevmesi, devletine hizmet şuuru içinde çalışması, karşılık beklemeden gece gündüz vatanı için nöbet beklemesi elbette düşünülemez. Evet din lüzumlu bir kurumdur. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır”
İşte bu düşünce ve duyguların sahibi Mustafa Kemal, Milli Mücadele yıllarında İstanbul Saray Hükümeti eliyle idama mahkum ediliyordu. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah “Kuvayı milliyecilerin katli vaciptir” diyordu. Tokat doğumlu Mustafa Sabri Efendi de “Mustafa Kemal’in katli vaciptir” demekten geri durmuyordu. Nemrut Mustafa Paşa başkanlığındaki İdare-i Örfiye Divanı Harbi mahkemesi Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ölüme mahkum ediyordu. Bu kararlar da Halife Padişah Vahdettin tarafından onaylanıyordu. Onlar boyunlarındaki halife padişahın onayladığı idam fermanını taşıyarak onca iç isyanla boğuşarak Milli Mücadele’yi zafere taşırken, haklarında bu hükmü onaylayan padişah ise İngiliz gemisi ile yurttan kaçışın planını yapıyordu.
Atatürk önderliğinde kazanılan Ulusal Kurtuluş Savaşı ve sonrasında imzalanan Lozan Antlaşması sayesinde İstanbul, Boğazlar ve Ayasofya kurtarıldı. Ki, Mustafa Kemal 1915/1922 yılları arasında, yedi yıl gibi kısa bir süre içinde İstanbul’u iki kez emperyalist devletlerin işgalinden kurtaran kahramandı.
Bugün kimilerinin diline doladığı Ayasofya, Bizans İmparatorluğu döneminde Rum Ortodokslarının en önemli kilisesi olarak İstanbul’da kuruldu. , Osmanlı’nın Bizans topraklarını ve İstanbul’u fethetmesinden sonra camiye dönüştürülen Ayasofya, insanlığın ortak kültür mirasıdır. Tarih ve sanat değeri vardır. Müze olarak hizmet vermesi kararının alınması da tüm insanlığa karşı ulusumuzun gösterdiği bir değerbilirlik örneği bilinecekken.
Bu gerçekler önünde din adamlarının yurdumuzun esaretten kurtarılması için gösterdikleri çabada unutulmaması gerekecek çok önemli bir örneği ise Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’nin verdiğini unutmamalıyız. Yoksunluk içinde Sivas’tan Ankara’ya gelen Kuvayı Milliye’yi ziyarete gelen Müftü Rıfat Börekçi yanında getirdiği bin Türk lirasını usulca Temsil Heyeti’ne bırakmanın içtenliğini gösteriyor; ki bu parayı yıllarca defin parası olarak biriktirebilmişken. Çünkü kahramanlarımızın Sivas’tan Ankara gelişlerinde bütün paralarının 20 yumurta, 10 ekmek ve 1 okka peynir alacak kadar olduğunu Müftü Mehmet Rıfat Börekçi sezmiştir. O, vatanın kurtuluş mücadelesinde Mustafa Kemal’in yanında olduğunun ilk örneğini vermektedir..
Son günlerde Atatürk’e karşı işlenen saldırıları hep biliyoruz. Devletin yerel resmi yöneticileri Kurtuluş Savaşı karşıtlarının gömütleri önünde anma törenleri düzenliyorlar. Cumhuriyet düşmanlarının adı devletimizin resmi kurumlarına ad olarak veriliyor. Ki bu saldırılara yaşamında dahi tanık oldu Atatürk. Bu konuda 2 Haziran 2021 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ‘Atatürk’e hakaret sapkınlıktır” başlıklı makalesinde İlahiyatçı Yazar Cemil Kılıç şöyle diyor: “Devrimlerine karşı çıkmaktan başlayıp onu öldürmeye çalışma aşamasına değin vardı. Ama Atatürk bütün saldırılardan güçlenerek çıktı. Devrimleri, düşünceleri ve ülküleri ulusumuzun usunda, buluncunda, bilincinde, belleğinde ve yaşamında kök saldı. Çünkü O, bu ulusun en değerli oğludur. Bundandır ki ulusumuz onu her zaman bağrına bastı ve ona ‘Ulu Önder’ dedi.”
Bunun içindir Tarihli Yazar Osman Selim Kocahanoğlu, 3 Haziran 2021 günü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ‘Atatürk’e lanet okuyan karanlık ses, kimin sesidir?’ başlıklı makalesinde tanımlamalar yapıyor:
“Atatürk’e lanet okuyan bu kara ses, Emperyalizmin Ayasofya’ya çan takma isteğini kursağında bırakan bir kahramana, içindeki sönmeyen kinin, ihanet ve nankörlüğün sesidir”,
“Atatürk’e lanet okuyan bu ses, ülkesini düşmana bırakıp arkasına bile bakmadan, göğe değil yere bakarak kaçan Vahdettin sarayının sesidir”,
“Atatürk’e lanet okuyan bu ses, ‘keşke Yunan galip gelseydi’ diyen püsküllüler, ‘soyu sopu belirsizdir’ diyen Necip Fazıl’lar, Mustafa Sabri’ler, Dürrizade’ler ve İskilipli Atıf Hoca’lar tayfasının sesidir”,
Özetle, Atatürk’e lanet okuyan bu ses, aklı ve bilimi öncü seçemeyen; ortaçağ karanlığından medet uman; toplumlarını din ve etnik köken bağlamında değil uygarlık temelinde yenileyemeyen; küflenmiş kapkara bir zihniyetin ve hâlâ evliya, mehdi kerametleri peşinde koşan beyinlerin bilinçaltının dışa vuran sesidir. İşte bu düşmanlığı 2 Haziran 2021 günü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan köşe yazısında Sayın Prof Dr. Barış Doster şöyle açıklıyor: “Atatürk düşmanlığı; öncelikle ve özellikle Türkiye’ye, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk milletine düşmanlıktır. Atatürk düşmanlığı; bağımsızlığa,, ulusal egemenliğe, akıl, bilim ve aydınlanmaya, kadın-erkek eşitliğine düşmanlıktır. Atatürk karşıtlığı; emperyalizm işbirlikçiliğidir, feodalizm savunuculuğudur. Atatürk karşıtlığı; Türkiye’nin aydınlık geleceğine, çağdaşlaşmasına, Türk gençliğine karşıtlıktır. .Kısacası, Atatürk karşıtlığı; Türk devrimine, Milli Mücadele’ye, Kuvayı Milliye’ye, Müdafa-i Hukuk geleneğine karşıtlıktır. Devletin tekliğine, ulusun birliğine, vatanın bütünlüğüne karşıtlıktır. ”
Bu duygu ve düşüncelerle Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün armağanı Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel anayasal değerlerine yürekten bağlılığımızı tekrar eder, O’nun manevi şahsiyetine yapılan çirkin saldırı ve hakaretleri kınarız.